30 Haziran 2011 Perşembe

Ah Güzel İstanbul (Maslak'ın Dünü ve Bu günü) (Belgesel Video)



İstanbul'un Maslak semtinin dünü ve bu günü...
Bir süre Maslak'ta ikamet eden Sultan II. Abdülhamit Han'dan kalan izler...

Dikkat; Gerçek İsevilik Bozuldu ve Hıristiyanlığa Dönüştü, Sizi Aldatmasınlar!

Dikkat; Gerçek İsevilik Bozuldu ve Hıristiyanlığa Dönüştü, Sizi Aldatmasınlar!



ÎSEVÎLİK

Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak dîne verilen ad. Îsâ aleyhisselâma nisbetle Îsevîlik, yerleştiği yer olan Nasıra’ya nisbetle Nasrânîlik adı verilmiştir.

Allahü teâlâ insanlara, dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermeleri için yol gösterici peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bir kısmı yeni bir din getirmiş bir kısmı ise bu dînin emir ve yasaklarını tebliğle vazifelendirilmiştir. Yeni bir din getiren peygamberlerden birisi de Mûsâ aleyhisselâmdır. Mûsâ aleyhisselâma Tevrat adında ilâhî kitap indirildi. Mûsevîlik dîninin esaslarını insanlara tebliğ etmesi emredildi. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberler de Mûsevîlik dîninin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ ettiler. Peygamberlere karşı çıkan ve hatta onları şehid eden İsrâiloğulları Tevrat’ı ve Mûsevîlik dînini değiştirdiler.

Allahü teâlâ Kudüs yakınındaki Nâsıra şehrine yerleşmiş olan Îsâ aleyhisselâma otuz yaşındayken peygamberlik emrini bildirdi. Îsâ aleyhisselâm insanların Allahü teâlâya inanmalarını ve O’nun emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmalarını istedi. İsrâiloğulları onun dâvetini kabul etmedikleri gibi O’na karşı çıktılar. Îsâ aleyhisselâm birçok mûcizeler gösterdi. Fakat O’na pek az kimse îmân etti. Kendisine îmân edenler arasından seçtiği havârî adı verilen on iki kişiden Allahü teâlâya îmân ve ibâdet edeceklerine dâir söz aldı.

Hep Tartışıyoruz Ama Gereğince Bilmiyoruz; Siyonizm Nedir?

Hep Tartışıyoruz Ama Gereğince Bilmiyoruz; Siyonizm Nedir?


Filistin dışındaki bütün Yahûdîleri “arz-ı mev’ûd” (vâd edilmiş toprak)ta, yâni Filistin’de toplamak ve sonra da hazret-i Süleyman’ın mâbedini, Siyon Dağına yeniden inşâ etmek, Yahûdîleri bütün insanlığa üstün kılmak ideali.

Mûsâ aleyhisselâm Mısır’dan çıkıp, Kızıldeniz’i geçtikten sonra Tur Dağının bulunduğu Sînâ Çölüne (Tih Sahrasına) gelerek Yahûdîlerle kırk yıl kadar burada kaldı. Onları Filistin topraklarında yerleştirmeyi vât etti. Fakat Mûsâ aleyhisselâm, Filistin topraklarına girmeden daha Şeria Vâdisindeyken vefât etti. Yahûdîler, bundan dolayı Filistin’e arz-ı mev’ûd (vâd edilmiş toprak) demişler ve oraya yerleşmek en büyük idealleri olmuştur. Târih boyunca bunun için çalışmışlardır. Hazret-i Süleyman zamânında buraya yerleşmeye muvaffak olmuşlardır.

Siyonizm ve siyonistin ne olduğunu anlamak için önce Siyon’un ne olduğunu bilmek gerekir. Siyon, hazret-i Süleyman’ın Kudüs (Yeruşaleym)te, mâbedini yaptığı dağın ismidir. İşte siyonizm; Yahûdîlerin, hazret-i Süleyman zamânındaki gibi Filistin’de toplanıp, mâbetlerini Siyon Dağına kurarak bütün milletlerin Yahûdîlere esir ve köle olması, böylece Yahûdî Cihan hâkimiyetinin kurulması idealleridir. Yahûdîlerin mukaddes kitapları olan Ahd-i Atik’te yerine getirilmesi, sâdece mabedin varlığına dayanan yüzlerce emir bulunmaktadır. Dolayısıyla mâbed olmaksızın Yahûdî dîninin şartlarının yerine getirilmesine imkân yoktur.

On üçüncü Osmanlı şeyhülislâmı; EBÜSSÜ'ÛD EFENDİ

On üçüncü Osmanlı şeyhülislâmı; EBÜSSÜ'ÛD EFENDİ

On altıncı asrın meşhûr Osmanlı âlimlerinden. On üçüncü Osmanlı şeyhülislâmıdır. Tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük âlimdi. İsmi, Ahmed binMuhammed’dir. Ebüssü’ûd el-İmâdî ismiyle meşhur olup, Hoca Çelebi adıyla da tanınmıştır. 1490 (H.896) senesinde İskilip’te doğdu. 1574 (H.982)te İstanbul’da vefât etti. Bazı kaynaklarda İstanbul yakınlarındaki Müderris köyünde doğduğu da bildirilmektedir. Âlimler yetiştiren bir âileye mensuptur. Dedesi, Ali Kuşçu’nun kardeşi Mustafa İmâdî’dir. Semerkand’dan Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Babası âlim ve kâmil bir zât olup, Hünkâr şeyhi olarak bilinirdi.

Ebüssü’ûd Efendi, önce babasından ilim öğrendi.Gençlik çağında da babasının derslerine devâm ile icâzet(diploma) aldı. Babasından sonra Müeyyedzâde Abdurrahmân Efendi, Mevlânâ Seyyid-i Karamânî ve İbn-i Kemâl Paşadan ilim öğrendi.Tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi altı yaşında müderris oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. 1532’de Bursa kâdılığına bir sene sonra da İstanbul kâdılığına tâyin edildi.Üç sene İstanbul kâdılığı yaptı. 1537’de Rumeli kazaskerliğine tâyin edildi. Sekiz sene bu vazifede bulundu.

Ebüssü’ûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlimdi. Kânûnî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541’de Pâdişâh’ın emri üzerine,Budin’in ve Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir işlerini yaptı. 1545 senesinde elli beş yaşındayken, Fenârîzâde Muhyiddîn Efendiden sonra şeyhülislâm oldu.

Yalnız Yürür, Yalnız Gezer, Yalnız Ölür; Ebu Zerr...

Yalnız Yürür, Yalnız Gezer, Yalnız Ölür; Ebu Zerr...


“Allahü teâlâ, yalnız başına yürüyen, yalnız başına vefât edecek ve yalnız başına haşr olunacak olan Ebû Zer’e rahmet eylesin.” Hadis-i Şerif

****

EBÛ ZERR-İL-GIFÂRÎ

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, İslâmı kabul edenlerin beşincisidir. İsminin ne olduğunda ihtilâf edildi. Kabul edileni Cündeb bin Cünâde’dir. Ancak İslâm târihinde Ebû Zer künyesiyle meşhur oldu. Lakabı Mesîh-ül-İslâm’dır. Benî Gıfâr kabîlesindendir ve doğum târihi belli değildir. 652 (H.32) senesinde, Medîne civârındaki Rebeze denilen yerde vefât etti.

Ebû Zer, Mekke’nin ticâret yolu üzerinde bulunan Gıfâroğulları yurdunda yaşamaktaydı. Benî Gıfârlar, Arabistan’da bulunan diğer kabîleler gibi câhiliyye devrinin her çeşit kötülüğünü işliyor ve putlara tapıyorlardı.

Ebû Zerr-i Gıfârî de çevresinin tesirinde kalarak onlar gibi hareket ediyordu. Nihâyet bir gün, her şeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanarak, yaptığı işlerden vazgeçti. İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için kendisine yol gösterecek bir rehber aramaya başladı. Üç sene böylece devâm etti. O, bu durumdayken, Resûl-i ekrem efendimize, Allahü teâlâ tarafından peygamberliği bildirilmiş, İslâmın nûru âlemi aydınlatmaya başlamıştı. İslâmın doğuş haberi gün geçtikçe yayılıyor, müşrikler de engellemeye çalışıyorlardı. Nihâyet bu haber Benî Gıfâr yurduna da ulaştı.

Bunu duyan Ebû Zerr-i Gıfârî, gerekli araştırma ve soruşturmayı yaptıktan sonra, Müslüman olmaya karar verip, Mekke yoluna düştü. Mekke’ye varınca, hâlini kimseye anlatmadı. Garip ve yabancıydı. Bu bakımdan kimseye bir şey sormadan varıp Kâbe’nin yanına oturdu. Peygamber efendimizi görmek için fırsat kolluyor, nerede olduğunu öğrenmek için bir işâret arıyordu.

Birinci Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı




1914'te başlayıp, 1918'de sona eren ve Avrupa, Rusya, ABD, Ortadoğu ve diğer bazı bölgeleri içine alan milletlerarası savaş. Birinci Dünya Savaşının sebepleri pek eski ve karışıktır. Bu savaşın sebep ve neticeleri 1789 Fransız İhtilali ve çeyrek yüzyıl süren ihtilal savaşlarının müteakip yüzyıl içinde meydana getirdiği gelişmelerin tabii bir sonucudur. İhtilalin ortaya çıkardığı fikirler ve ictimai müesseseler devletlere olduğu kadar, milletlerin davranışlarına da yeni bir istikamet verdiği gibi, devletlerarası münasebetlerin de yeni bir çerçeve içinde akmasına sebeb olmuştur. Liberalizm ve milliyetçilik hareketlerinin çıkması, İtalyan Birliğinin kurulması ve en önemlisi Alman İmparatorluğunun ortaya çıkması, Avrupa dengesine yeni bir şekil vermekle kalmayıp, Balkanlardaki milli duygular da kamçılanmıştır. Bunun neticesinde Balkanlarda kaynaşma olmuştur.

Savaşın en önemli sebeplerinden birisi de, Alman İmparatorluğunun dış politikasıdır. Bismark’ın Alman İmparatorluğunun kurmak için uyguladığı barış siyaseti, Avrupa'yı bloklaşmaya ve bloklar arasında rekabet ve silahlanmaya götürmüştür. Endüstrileşmenin 19. yüzyılda kazanmış olduğu hız ve bunun neticesinde genişleyen sömürgecilik, diplomatik münasebetlerin alanını Avrupa’dan Afrika ve Uzakdoğu’ya yaymıştır. Almanya’nın denizlerde ve sömürgelerde İngiltere ile rekabete kalkışması ve İngiltere’nin Almanya'yı ezmek istemesi de, savaşın bir diğer sebebidir.

Rusya’nın Balkan siyasetine sarılıp Boğazları ele geçirmek arzusu durmadan küçük Balkan devletlerini imparatorluklara karşı ayaklandırması da savaşın sebeplerinden olup, meselenin doğu cephesini açıklamaktadır.

İsra ve Mi'raç Mucizesi

İsra ve Mi'raç Mucizesi


Resulullah Efendimiz (s.a.v.), Hicretten bir buçuk sene evvel Receb ayının yirmi yedinci gecesi Burak ile Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldükten sonra sahradan semaya(gök yüzüne) çıkartıldı.
Sema katlarının her birinde peygamberlerden biriyle görüştü. Nice melekler gördü. Cennet ve Cehennemi müşahade etti(seyretti).
Sidre-i Münteha’yı geçti, Allahü Teala’nın melekutundan bir çok acayibat gördü. Beş vakit namaz emri ile aynı gece geri döndü.
Sabahleyin mescide çıkıp Kureyş’e haber verdi. Şaşkınlık ve inkardan kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu.İman etmiş olanlardan bazıları dinden döndüler.

İçlerinden bir kısmı Hz. Ebu Bekir’e(r.a.) Koştular; Ebu Bekr-i Sıddık; “Eğer O, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur.” Dedi.
“O’nu buna karşıda mı tasdik ediyorsun?” Dediler. O’da “Ben O’nu bundan daha ötesinde -yani peygamberliğini- tasdik ediyorum!” Dedi. Bunun üzerine “Sıddik” diye isimlendirildi.

28 Haziran 2011 Salı

İslâm âlimlerinin en büyüklerinden; SÂDEDDÎN TEFTÂZÂNÎ

İslâm âlimlerinin en büyüklerinden; SÂDEDDÎN TEFTÂZÂNÎ

İslâm âlimlerinin en büyüklerinden. İsmi,Mes’ûd bin Ömer’dir. 1322 (H. 722) senesinde Horasan’da Nesâ civârındaki Teftâzân kasabasında doğdu. 1392  (H. 792)de Semerkant’ta vefât etti.

İlmini Kutbüddîn Râzî ve Adûdüddîn-i Îcî’den öğrendi. Tefsir, hadis, fıkıh ve akâid bilgilerinde zamânının en büyük âlimiydi. Yüzlerce talebe yetiştirmiştir.

Tîmûr Hanın hizmetinde bulunmuş ve bu Cihangir tarafından pekçok hürmet ve tâzime nâil olmuştu. Tîmûr Han ile birlikte seferlerde bulunmuş, nihâyet Tîmûr Han tarafından Semerkand’a gönderilmişti.

Teftâzânî’den evvel, Moğolların İslâm beldelerine saldırıp, istilâ ederek her tarafı yakıp yıkmaları, binlerce Müslümanı ve İslâm âlimini şehit etmeleri netîcesinde ilimde de bir duraklama olmuştu. Böylece İslâm medeniyetine bir ara verilmiş veİslâm memleketlerinde ilim ve âlim hemen hemen kalmamış gibiydi. Teftâzânî ilme dâir çalışmalarıyla, yetiştirdiği talebeleriyle ve yazdığı kıymetli eserlerle İslâm bilgilerinin unutulmasını, yok olmasını önlemiş ve böylece yeniden canlandırmıştır.

Osmanlı'nın İlk Şeyhülislamı; Molla Fenari

Osmanlı'nın İlk Şeyhülislamı; Molla Fenari

Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı. Adı Muhammed, lakabı Şemseddîn olup, babasının ismi Hamza’dır. 1350 (H. 751) senesi Safer ayında Fenâr köyünde dünyâya geldi. Bu köyde doğduğundan veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûl olmasından fenârî nisbesiyle meşhûr oldu. Ömrünü dînine ve devletine hizmetle geçirip, 1431 (H.834) senesi Receb ayında Bursa’da vefât etti. Kabr-i şerîfi Bursa’da, Keşiş Dağı eteğindeki Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır. Câminin yanında bir medresesi ve pekçok hayır eseri vardır.

Molla Fenârî, aklî ve naklî ilimlerde zamânın bir tânesiydi. Alâeddîn-i Esved’den, Cemâleddin Aksarâyî’den ve Mısır’da Ekmeleddîn-i Bâbertî’den ilim tahsîl etti. Babasından ve Somuncu Baba diye meşhûr, büyük evliyâ Şeyh Hamîdeddîn-i Kayserî’den de tasavvuf mârifetlerini elde etti. Din ilimleri yanında, fizik, matematik, astronomi ve diğer fen ilimlerinde de üstün bir dereceye yükseldi. Tahsîlini tamamladıktan sonra Anadolu’ya dönerek, Bursa’ya yerleşti.

Sultan Yıldırım Bâyezîd ve Çelebi Sultan Mehmed Han zamânında Bursa’da çok talebe okutup binlerce âlim yetşitirdi. Adı ve şöhreti her tarafa yayıldı. Sultanlar, kumandanlar ve büyük âlimler kendisine hürmet ve îtibâr gösterdiler. İlim ve irfân talep edenler, her taraftan koşarak gelip, onun derslerine devâm ettiler. Molla Fenârî rahmetullahi aleyh ders okutma yanında fetvâ işlerini ve Bursa Kâdılığını da yürüttü.

MOLLA CÂMÎ

MOLLA CÂMÎ


Din ve fen bilgilerinde âlim, velî, şâir. İsmi, Abdurrahmân bin Nizâmeddîn Ahmed, lakabı Nûreddîn’dir. Câmî ve Mevlânâ nisbetleriyle meşhûr oldu. Anadolu’da Molla Câmî diye tanındı. 1414 (H.817) senesinde İran’ın Câm kasabasında doğdu. İmâm-ı Muhammed Şeybânî hazretlerinin neslindendir. Beş yaşında Muhammed Pârisâ hazretlerinin huzûruna götürülüp, teveccühüne mazhâr oldu.

İlim ve takvâ sâhibi olan babası Nizâmeddîn Ahmed, oğlunun ilim ehli olmasını istiyordu. Daha bülûğ çağına gelmeden onu Semerkand’daki Nizâmiyye Medresesine götürdü. Câmî, henüz küçük olmasına rağmen; zekâsı, meseleleri anlamaktaki fevkalâde kavrayışı ile dikkat çekti. Böylece hocaları ve arkadaşları üzerinde büyük bir tesir uyandırdı. Kısa zamanda okuması gereken kitapları bitirip, mezuniyet derecesine gelmiş talebelerin okuduğu kitapları okumaya başladı. Hocaları; “Semerkand, Semerkand olalıdan beri, Molla Câmî’den daha zekî ve kâbiliyetli bir kimse görmedi.” demekten kendilerini alamadılar. Burada Hâce Ali Semerkandî’nin, Şehâbüddîn Câcermî’nin ve Mevlânâ Cüneyd-i Usûlî’nin derslerine devâm etti. Din ilimlerinin yanında fen ilimlerine de ilgi duyan Molla Câmî, Uluğ Bey gibi bir ilim âşığı sultanın devrinde, hem de Semerkand’da ilim öğrenmeye çalışıyordu. Uluğ Beyin de hocası olan Kâdızâde Rûmî’nin matematik derslerine devâm etti. Herat’ta meşhûr astronomi âlimi Ali Kuşçu ile görüştü. Ali Kuşçu ona astronomi ilmiyle alâkalı, içinden çıkılması zor birkaç mesele sordu. Molla Câmî hepsini en ince ayrıntılarına kadar ayrı ayrı cevaplandırınca, Ali Kuşçu bu cevaplar karşısında hayran kaldı.

Mahpeyker Sultan

Mahpeyker Sultan

Sultan Birinci Ahmed Hanın zevcesi, Sultan Dördüncü Murâd ile Sultan İbrâhim Hanın anneleri. Kösem Sultan da denen Mahpeyker Sultan, 1592’de doğdu. Sultan Birinci Ahmed’le evlenen Mahpeyker Sultanın, Şehzâde Murâd, Şehzâde Kâsım, Şehzâde İbrâhim adlı oğulları ile Fatma Sultan isimli bir kızı oldu. Sultan Birinci Ahmed’in genç yaşta ölmesi ile yirmi yedi yaşında dul kaldı. Sultan Dördüncü Murâd’ın tahta geçmesi ile Vâlide Sultan oldu. Zekâsı, kâbiliyeti, devlet işlerindeki ince anlayışı ile iki oğluna da yardım etti. Otuz sene devletin idâresinde başarılı hizmetleri görüldü.

Aklı ve zekâsı, güzelliği, hayrat ve hasenâtı ile meşhûr sâlihâ, afife (temiz) bir hanım idi. Bâzı târih kitaplarında katı yüreklilikle ithâm olunmakta ise de, bıraktığı eserler onun dindar, cömert ve iyiliksever olduğunu göstermektedir.

MAHMÛD YESÂRÎ

MAHMÛD YESÂRÎ


Yirminci yüzyıl romancısı ve piyes yazarı. 1895’te İstanbul’da doğdu. Mahmûd Yesârî’nin soyadı, büyük dedelerinden gelmektedir. On sekizinci asrın son yarısında şöhret bulmuş hattatlarımızdan Mehmed Esat Efendi, sol eliyle yazdığından dolayı Yesârî lakabıyla anılırdı. Âilesi de bu nâmı muhafâza etti. Tâlik yazıda üstat olup, şiirleri de vardı. Osmanlı Sultanı Üçüncü Mustafa Han, bu zâtı sarayına almıştı.

Mahmûd Yesârî, İstanbul Lisesini bitirdi. Güzel Sanatlar Akademisinde okudu. Bu sırada Birinci Cihan Harbi çıktı. Bunun üzerine askere alındı. Dönüşünde Diken Dergisi’nde karikatürist olarak gazeteciliğe başladı. Sonra Kelebek adlı edebiyat ve mizah dergisini çıkardı. Piyesler yazmaya başladı. Daha sonra roman ve hikâyeler yazdı. Bunlarda hayattan alınmış sahneler çoktur. Romanları daha romantiktir. Tiyatro sâhasına trajedi yazmakla girdi, sonra komediye yöneldi. İlk romanının adı Namus’tur. Piyeslerinden ekserisi, Darülbedâyî tarafından temsil edilmiştir. Gazetelerde, piyeslere ve temsillere âit tenkitleri çıkmış, birçok fıkraları yayınlanmıştır. Anlaşılan bir dili ve usta bir anlatımı vardır. Hayâtının sonuna kadar çeşitli dergi ve gazetelerde yazı hayâtını sürdürdü. 1945’te tedâvî gördüğü Yakacık Sanatoryumunda öldü.

Leonardo Da Vinci

Leonardo Da Vinci

İtalyan sanatçısı ve ilim adamı. İslâm âlimlerinin batıyı etkisi altına almasından ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın İstanbul’u fethinden sonra, teknikte ve dinde yenilikler yapmak zorunda kalan Avrupa’da yetişen ve teknikte yenilik olan Rönesansın büyük şahsiyetlerinden biridir.

Leonardo, 15 Nisan 1452 senesinde Vinci’nin Tuscan kasabasında dünyâya geldi. Gençliğinde Floransa’da, Verrocchio’dan resim ve heykelcilik dersleri aldı. 1478 senesinde bir galeri açarak perspektif resim üzerinde çalışmaya başladı. 1482 ile 1499 seneleri arasında Milano’da sarayda askerî mühendis, mimar, ressam ve heykeltraş olarak çalıştı. Burada çizdiği Son Akşam Yemeği adlı tabloda simetri ve hareket açıkça görülür. 1506 senesinde çizdiği Mona Lisa tablosu, eserlerinin en kıymetlilerindendir. Işık ve gölge oyunları ile resimlere canlılık kazandırıyordu.

Tam Yetmiş Bin İcazet Verdi; Fahrettin-i Razi

Tam Yetmiş Bin İcazet Verdi; Fahrettin-i Razi




Horasan’da yetişmiş, meşhur din ve fen âlimi. İsmi, Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-Teymî el-Bekrî’dir. Künyesi Ebû Abdullah ve Ebü’l-Me’âlî, lakabı Fahrüddîn’dir. Allâme, Şeyhülislâm ve Fahr-i Râzî denilmiş, İbn-i Hatîb-ir-Rey (Rey Hatîbi’nin oğlu) diye tanınmıştır. Soyu Kureyş Kabîlesine ulaşır. Aslen Taberistanlıdır. 1149 (H.544) senesinde Rey şehrinde doğdu. 1209 (H.606) senesinde Herat’ta vefât etti.

Fahrüddîn-i Râzî, önce büyük bir âlim olan babası Ziyâüddîn Ömer’den ders aldı. Babası, Muhyissünne Muhammed Begavî’nin talebelerindendi. Râzî fen ilimlerini Necd-i Cîlî’den, fıkıh ilmini Kemâl Simnânî’den öğrendi. Bunlardan başka asrının büyük âlimleriyle görüştü ve onlardan ilim öğrendi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbetinde bulunmak sûretiyle tasavvufta olgunlaştı.

Tahsilini bitirip, ilimde yüksek derecelere kavuştuktan sonra, bâzı seyâhatler yaptı. Harezm’de bozuk îtikâd sâhibi Mûtezileye mensup kimselerle münâzaralarda bulundu. Daha sonra Mâverâünnehr’e gitti. Buradan memleketine dönen Fahrüddîn-i Râzî, daha sonra Gazne’ye, oradan da Horasan’a gitti. İlimdeki yüksekliği sebebiyle, Sultân-ı Kebîr Alâüddîn Muhammed Harezmşâh’ın sevgi ve saygısını kazandı. Sultan sık sık onun ziyâretine giderdi. Bir müddet Herat’ta kalan Fahrüddîn-i Râzî, bozuk bir inanca sâhib olan Kerrâmiyye mensuplarının îtikatlarının yanlış olduğunu delilleriyle ispatladı.

Fahreddîn-i Râzî, yalnız Arabî ilimlerde değil, zamânın bütün ilimlerinde mütehassıs idi. Bu yüzden gittiği her yerde sultanların iltifâtını kazandı. Sultan Gıyâseddîn Gûrî onun için, Herat’ta bir medrese yaptırdı. Kerrâmiyye îtikâdında olan halk, sultânın ona olan iltifâtlarını çekemeyip fitneye sebeb olduklarından, buradan da ayrılmak zorunda kaldı ve gittiği her yerde ilimle meşgûl oldu. İlim ve irfâna susayanlar, âlimler, gittiği her yere peşinden gittiler.

Polis, Necip Fazıl Kısakürek'i Kumarhanede Yakalamıştı...

Polis, Necip Fazıl Kısakürek'i Kumarhanede Yakalamıştı...




"Osman! Canım, sevgilim! Tut beni, düşüyorum, dünya nohut tanesi kadar oldu Osman! Düşüyorum, bırakma beni!" diye bağırıyordu Necip Fazıl, Hapishane arkadaşı Osman Yüksel Serdengeçti'nin kucağına ağlaya ağlaya atlarken..

Ama mahkumlar şaşkın değillerdi...

Zira "üstad" ı bu tip krizler çok sık tutuyordu...

*******

"Beni rüyanda gördün mü?" veya "Üstadını bu gece rüyanda gördün mü?" diye her sabah, her karşısına çıkan mahkuma sormak Necip Fazıl'ın günlük krizlerinden biriydi...

Bir gün, bu hallerden bunalan bir Mahkum dalga geçmek için, sinirle; "Gördüm üstad gördüm, bir lağım çukurunun içinde ağzına kadar pisliğin içindeydin" deyince, Necip Fazıl, "Üstadınızın üstünlüğünü, gerçek derecesini görmek isteyenler bu arkadaşa sorsunlar" diye bağıra bağıra koridorda koşuşturmuştu...

*******

"Bu gün bayrak yarıya indirilmiş. Bu gösteriyor ki, bu gün yarın darbe olacak ve genel af çıkacak. Böylece biz de hapishaneden çıkacağız"

BOP'un Eş Başkanı Tayyip Erdoğan Verdiği Sözleri Tutuyor

BOP'un Eş Başkanı Tayyip Erdoğan Verdiği Sözleri Tutuyor



Suriye lideri Esad Türkiye’yi şikayet için İran’a yazdığı mektupta iktidarın dış politikasına yönelik çok ağır ifadeler kullandı
Esad, İran dini lideri Hamaney’e yazdığı mektupta, “Suriye’nin Türkiye ve Katar’a karşı yükümlülüğü kalmadı. Birkaç ay önce Suriye’nin ’yakın dostu’olan fırsatçı ülkelerin maskeleri düştü” dedi.
İsrail istihbaratına yakın bir internet sitesi ise Suriye sorununun çözümü için ABD ile anlaşan Türkiye’ye düşen esas rolü açıkladı: Suriye ile “askeri gerilimi tırmandırıcı” adımlar atmak!..

Türkiye, Batı’yı mutlu etmek için her şeyi yapar!
Suriye Devlet Başkanı Esad, İran’ın dini lideri Hamaney’e içini döktü:
Beşşar Esad, Türkiye’yi İran’a şikayet ederken, iktidardaki AKP’nin dış politikasıyla ilgili ağır ifadeler kullandı. İsrail’de orduya yakın bir internet sitesi ise Erdoğan ve Obama’nın Esad’ı 4 ay içinde bitirmek üzere anlaştığını iddia etti

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’e Türkiye’deki yönetimi şikayet etti. Kuveyt’te yayımlanan Al-Siyasah gazetesinin haberine göre, Beşşar Esad, İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’e mektup göndererek Türkiye ve Katar hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Suriyeli siyasi kaynaklara dayandırılan habere göre Esad mektupta, “Suriye’nin artık Türkiye ve Katar’a karşı hiçbir yükümlülüğü kalmamıştır. Birkaç ay önce Suriye’nin yakın dostu olan ülkelerin maskeleri düştü. Bu ülkeler, Batı’yı mutlu etmek için her şeyi yapar” diye yazdı. Al-Siyasah, Esad’ın mektupta Türkiye ve Katar’ı “fırsatçı” olarak nitelendirdiğini ve AKP’nin seçimleri kazanmasına üzüldüğünü de belirttiğini öne sürdü.

ABD ve Türkiye anlaştı

Doğu ve Güneydoğu Niçin Boşaltılıyor?

Doğu ve Güneydoğu Niçin Boşaltılıyor?


Şu gerçeği kimse inkar edemez: 1980′lerden bu yana doğu ve güneydoğu Anadolu boşalmaktadır. Milyonlarca vatandaşımız evlerini, köylerini, bağ ve bahçelerini terk edip Batı’ya göç etmektedir. Diyarbakır, Adana, Tarsus gibi şehirlerde milyonlarca güneydoğulu vatandaşımız zor ve kötü şartlar altında yaşamaktadır. Şimdi keskin bir soru yönelteceğim: Doğu ve güneydoğu Anadolu boşalıyor mu, boşaltılıyor mu?

İkinci dehşetli bir gerçek: Doğu bölgemizde üç ile beş bin arasında köy boşaltılmış, milyonlarca vatandaşımız mağdur edilmiştir. Bu kütlevi (yığınsal) boşaltma işi sadece güvenlik sebebiyle midir, yoksa bu meselenin ardında gizli ve derin sebepler mi vardır? Varsa bunlar nelerdir? Bir diğer keskin ve yakıcı sorum şudur: Birtakım dış mihraklı güçler ve onların içimizdeki işbirlikçileri, doğu ve güneydoğuda boşalan yerlere ileride başka nüfuslar ithal edilmesini mi planlıyor ve düşünüyor?
Üçüncü bir gerçek: Bir kısım Ermenilerin Türkiye’den toprak ve arazi istekleri vardır. Geçenlerde bir Ermeni politikacı “Ermenistan’ın başkenti Kars olmalıdır” mealinde bir beyanda bulundu. İnternetten ararsanız Ermenilerin ülkemizin bir kısmını istediklerine dair binlerce site, makale, beyanat, bilgi ve belge bulursunuz.
Evet sorularımdan birini tekrarlıyorum: Doğu ve güneydoğu bölgemiz kasıtlı ve planlı bir şekilde boşaltılıyor mu?

27 Haziran 2011 Pazartesi

Kadını Soyma Yarışı

Kadını Soyma Yarışı


İslam kadını adi ucuz bir mal ve meta olmaktan korumak ve rezil nefislerin ayakları altında zillet çekmesini engellemek için örterek değerini artırmaya çalışırken, şeytanın ve nefis kölesi ve uşağı olan mimsiz medeniyetin memleketimizdeki temsilcileri ise kadını açmak suretiyle soyarak kıymet kazandırmaya çalışmaktadır.

Analık, kadınlık, şefkat, merhamet vb gibi güzel seciyelerinden(huylarından) ilgilenmek ve faidelenmek yerine cazibesiyle, güzelliğiyle, çekiciliğiyle, dişiliğiyle gözlere lezzet, uçkurlara şehvet verme hizmeti peşinde koşmaktadır. Özgürlük, güzellik, kariyer, liyakat değer etiketlerini yaftaladığı kadını kendi sömürge iş alanlarına göre istihdam ederek kullanmaktadır.

Kimisi kadın ve kızları mağazasında tezgahtar namıyla soyarak yada süsleyerek müşterilerine peşkeş çekerken, kimisi uçağında soyarak erkeklere vip hizmeti yaptırıyor. Kimisi ise son tasarladığı iç çamaşırlarını giydirerek, donlarını ve donlarının içerisindekileri pazarlıyor, kimisi kadını gazetesinde soyup sütun fahişeliği yaptırırken, kimisi filmlerde soyarak cazibesini ve çirkefliğini bütün dünyaya porno yıldızı adı altında satıyor.

Flört ve Zina Artığı Kızlar

Flört ve Zina Artığı Kızlar


Karma eğitim, karma hayat ve çağdaş yaşamın gereği olarak kadın ve erkeğin fıtratının zıddına olarak birlikte okutulması, medyanın düzenli ve sistemli telkinleri, ifsat komitelerinin ahlaki yapıyı bozma gayretleri, sistemin ideolojik dayatmaları ve insanın fıtratını hiçe sayan eğitim sistemi yüzünden bayanlar zarar görmekle beraber mağdurda edilmektedir...

Geleceğin anneleri ve ailenin temel çekirdeği olan genç bayanlar sistemli ve sinsice ahlaksızlığın girdabına itiliyor...

Her gün onları sevmeye ve aşka davet eden şarkılar, türküler ve filmler ve özendirilen hayatlar yüzünden bu gencecik kızlar daha bluğ çağının başında kalbi ve hissi kemalata(olgunluğa) ermeden kendilerini aşk ve sevgi moduna sokmaya başlıyorlar. Sevmenin heyecanlı büyüsüne kendilerini kaptırıyorlar. Gençliğin toz pembe hülyalarına dalarak gerçeklerin ve hakikatlerin kıyısından uzaklaşıyorlar.

Sanki sadece dünyaya sevmeye ve zevk almaya gelmişler gibi bir inanç sistemine kendilerini adapte ediyorlar... Bu bilinç altına yerleştiren “hayatın gayesi sevmektir”. ”lezzet almaktır”. ”hayatı doya doya yaşamaktır “ telkinleri sonucu bir erkeği sevmemeyi eksiklik olarak gördükleri için genç kızlar daha ilköğretim çağında kendine bir erkek arkadaş veya sevgili bulma derdine düşürülüyor...

26 Haziran 2011 Pazar

Osmanlı nereye Kürdistan derdi?

Osmanlı nereye Kürdistan derdi?


Tarihi kayıtlarda Kürdistan denilen asıl bölge Güneybatı İran, Osmanlı döneminde ise Güneydoğu Anadolu'nun çok az bir kısmıdır.

Osmanlı idare sisteminde eyaletler (beylerbeyilikler), sancaklara; sancaklar da kazalara ayrılmıştı. Eyaletlere merkezden beylerbeyi adıyla bir yönetici tayin edilirdi. Osmanlı yönetimi beylerbeyi eyalette tam hakim konumda olmasın diye bölgenin mali işlerine bakan vilayet defterdarları ile yargılamaya bakan kadıları beylerbeyinin emri altına vermemişti. Kadılar, İstanbul'daki Anadolu veya Rumeli kadıaskerine; eyalet defterdarları da merkezdeki başdefterdara tabiydiler.

YURTLUK-OCAKLIK SİSTEMİ

Osmanlı döneminde bunlardan farklı olarak bir de yurtluk-ocaklık adı verilen bir idari sistem vardı. Bu sancakların diğerlerinden farkı yönetimin ırsi olarak bir ailenin elinde olmasıydı. Arap bölgelerinde, Gürcü topraklarında ve Güneydoğu Anadolu'daki bazı sancaklarda idare bu şekildeydi. Bu şekilde yönetimin tercih edilmesinin en önemli sebebi bu bölgelerde bulunan büyük aşiret beylerinin nüfuzlarından faydalanılmak istenmesiydi. Ancak bu sancaklar muhtar bir idare tarzına sahip değillerdi. Herhangi bir disiplinsizlikte sancakbeyi azledilir, yerine başkası tayin edilirdi. Ahaliye kötü davranan, devlete sadakatten ayrılan, uygunsuz davranışlarda bulunan yöneticiler görevden uzaklaştırılırlardı. Eğer devlete sadakatten ayrılmazlar ve kanunlara uyarlarsa, kayd-ı hayat şartıyla, yani ömür boyu o sancağın yöneticiliğini yaparlardı.

KÜRDİSTAN BEYLERİ

Büyük Oyun; İngiltere Başbakanının Osmanlı'yı Yıkma Planı

Büyük Oyun; İngiltere Başbakanının Osmanlı'yı Yıkma Planı


Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca’nın kitabında günümüzdeki birçok siyasi sorunun 19. yüzyıldaki köklerini ve Gladston’un uğursuz rolünü görüyorsunuz.

19. yüzyıldaki Liberal Partili İngiliz Başbakanı William Ewart Gladston, sadece Britanya emperyalizminin değil, Osmanlı’da yaşanan Bulgar ve Ermeni isyanlarının da en etkili aktörlerinden biri olduğu halde maalesef hakkında bizde ciddi bir akademik araştırma yapılmamıştı. İlk defa Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca, Türk ve İngiliz arşiv belgelerine dayalı mükemmel eseriyle bu boşluğu doldurdu.

Karaca’nın eseri “Büyük Oyun: İngiltere Başbakanı Gladston’un Osmanlı’yı Yıkma Planı” adını taşıyor. Beş yüz sayfalık eserin kaynakçasında çok sayıda arşiv belgelerinden başka Türkçe ve İngilizce 425 kitap ve 209 makalenin bulunması ve beş bine yakın dipnot gösterilmesi, akademik değerinin bir kanıtıdır.

Prof. Karaca, kitabında “Gladston’u anlamadan 19. yüzyılı ve sorunlarını anlamak mümkün değildir; 19. yüzyılı anlamadan da günümüzü ve sorunlarını anlamak imkânsızdır” diyor. Gerçekten, kitabı okurken günümüzdeki birçok siyasi sorunun 19. yüzyıldaki köklerini ve Gladston’un uğursuz rolünü görüyorsunuz.

Futbolcuların Bilinmeyen Yönleri

Futbolcuların Bilinmeyen Yönleri

Şoför arabasını sürer, fırıncı ekmeği yapar, kunduracı pençe....
Bunlar içinde mesleğinde zirve olanlarda vardır, sıradanlar da...
Futbolcu ise top oynar. Bazısı yaman oynar bu mereti, bazısı yavan. Onlarda insandırlar nihayetinde. iyi günleride vardır, kötü günleride... Bazen döktürürler, bazen dökülürler. Ama taraftar daima süper görmek ister onları...Olağanüstü...fevkalbeşer!(insan üstü)...


Onlar ne terminatördürler, ne de biyonik. Destan kahramanı filan değildirler. Futbolcu futbolcudur işte .O kadar! Üç beş yıl sonra ne adları kalır, ne esameleri.Unutulur giderler.


Bazı taraftarlar hayranlık ölçülerini de aşıp, kelimenin tam manası ile aşık oluyorlar star geçinenlere. Onlarla yatıp onlarla kalkıyorlar. Rüyalarını hülyalarını hep o beyaz atlı prenslerle süslüyorlar. Futbolcunun bırakın kirli formasını, sigarasının izmaritini bile saklayanları bilirim. Kramponlu kahramancıklar için yaşayanların sayısı az değil memleketimizde. Hatta uğrunda ölümü göze alanların...


Sevmek sevilmek güzel şeyler. Yalnız muhabbete muhatap olanların, buna layık olduklarına zorlasam da inandıramıyorum kendimi. Onları yakından tanıdıkça tereddüdüm büyüyor. Çoğunun (istisnaları var elbette)ve seviyesiz insanlar olduklarını görüyorum.


Bakın ekseriyeti birbirlerine “ulan” diye hitap eder. Ağızları bozuktur.Arkadaşının yüzüne gülerek sövebilir, öbürü de gülerek kabul ya da iade edebilir. Galiz kelimelerden imtina etmezler. Argo konuşurlar.


Soyunma odaları kepazeliktir. Çırılçıplak girerler duşların altına. Birbirleri ile itişip kakışır, basit el şakaları yaparlar. Mahrem namahrem tanımaz, setri avret bilmezler. Burada erkeklik( ! ) adına uydurdukları adi kurallar hüküm sürer. Peştamal ve şort yasaktır.

Allah Belanızı Versin!

Allah Belanızı Versin!


İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!.. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz.

Müslümansan, hangi meşreb ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin!

Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah'tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz.

Bre uğursuzlar!..

İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?

Rüşvet almak var mıdır?

Haram yemek var mıdır?

Bozuk bir İdeoloji: Feminizm

Bozuk bir İdeoloji: Feminizm


Erkek Kadın bütün insanların ve diğer mahlukatın yaratıcısı Yüce Allah'tır.

Allah iradesi ve hikmetiyle dilediği insanı erkek, dilediğini kadın yaratmıştır.

Kimsenin bu konuda şikâyete, isyana hakkı yoktur.

İnsan olmak açısından, hukuk önünde herkes eşittir.

İnsan olarak eşittirler ama erkekler erkektir, kadınlar kadındır.

Allah kadınlara hak, hürriyet, haysiyet, bazı konularda şeref bahş etmiştir.

Kadınların erkeklerden üstün olduğu taraflar vardır, erkeklerin kadınlardan üstün olduğu taraflar vardır.

Feminizm İslam'a uymayan sapık bir ideolojidir.

Nice gayr-i müslim veya çağdaş kadın bile feminizmi reddediyor.

Komünistliği Türkiye'ye Kürt Yahudileri ve Sabetaycılar Soktular

Komünistliği Türkiye'ye Kürt Yahudileri ve Sabetaycılar Soktular

Kürt liderlerinden Barzanî’nin Yahudi kökenli olup olmadığı tartışılıyor. Maalesef Türkiye Müslümanları ve Milliyetçileri (Küçük seçkin bir azınlık dışında) yatakta uyuyor, ayakta uyuyor. Yahudi tarih ve kültürüyle ilgilenen herkes bilir ki, 16’ncı yüzyılın sonlarıyla 17’nci yüzyılın başlarında Irak’ta çok ünlü bir Yahudi kadını yaşamıştır, adı Asenath Barazani’dir. Babası haham olan Asenath, Yahudi din ilimlerini tahsil etmiş ve büyük bir Yahudi bilgini olmuştur.

Barzanî ile Barazani arasındaki fark, bir (a) harfidir. Yahudi isimleri ülkeden ülkeye, zamandan zamana böyle değişiklikler geçirir. Mesela bizde nice Kohen, “Kağan… Kaan…” olmuştur. (Bütün Kaanlara ve Kağanlara Yahudi demiyorum…”Eskiden Beyoğlu’nda çok ehliyetli ve liyakatli birYahudi doktor vardı. Önceleri ismi Aron Çiprut idi, sonraları Harun Çiprut oldu…Kürt Yahudileri yahut Yahudi Kürtler veya Kürdistan Yahudileri adıyla bir kitap çıkartmak, resim ve belgelerle birtakım önemli bilgiler vermek gerekiyor.
Siyasî bir suikasta kurban giden gazeteci Musa Anter de Kürt Yahudisi idi. Sabetay.50g.com sitesinde Nâzım Hikmet’le ilgili çok meraklı ve enteresan bilgiler veriliyor. Dedesi: Ferid Mustafa Celaleddin Paşa. Asıl adı: Konstantin Borjensk. Kesinlikle Yahudi… (Mufassal (ayrıntılı) bilgi edinmek isteyen yukarıda zikr ettiğim siteye baksın. Aynı sitede siyasetçi Yaşar Kaya’nın da Yahudi olduğu anlatılıyor. Hakaret etmemek, can güvenliğine zarar vermemek, barışçı olmak şartıyla Gizli Türk ve Kürt Yahudileri konusunda ilmî araştırmalar, arşiv çalışmaları yapmakta hiçbir sakınca yoktur. Kafkas Yahudileri hakkında bilgi edinmek isteyenler juhuro.com sitesine bakabilir (İngilizce). Bugün ülkemizde kendilerini Müslüman Kafkasyalı olarak gösteren Yahudi vardır.

Bir insanın kimliğini gizlemesi moral/ahlâk bakımından bir eksikliktir. Çünkü muhataplarını aldatmış olmaktadır. Araştırmak niçin suç ve ayıp olsun. Yeter ki, iftira ve hakaret edilmesin; doğru bilgilere, belgelere dayanılarak konuşulsun, araştırmalar ciddî ve ilmî bir metod ve lisanla yapılsın, agresif ve düşmanca bir üslup kullanılmasın. Türkiye’nin başı Kürt problemi ile belâdadır. Bu problemi kimler çıkartmış ve bugünkü hale getirmiştir? Elbette bu işte Ankara’nın ve bizdeki resmî ideolojinin büyük rolü vardır ama problemin asıl rejisörleri Yahudilerdir.

Kore Savaşı

Kore Savaşı


25 Haziran 1950 târihinde, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırması ile başlayan savaş. İkinci Dünyâ Savaşı sonunda Japonya tamâmen teslim olunca, Kore Yarımadasının aşağı yukarı tam ortasından geçen 38’inci paralelin güneyini ABD, kuzeyini de Rusya işgal etti. Ruslar, kuzeyde komünist bir idâre kurup çekilince, orada Kuzey Kore, güneyde de Güney Kore olmak üzere iki devlet ortaya çıktı. Rusya’nın gayreti ile, bu iki devletin birleşmesi önlendi ve 1948’de yapılan seçimlere Kuzey Kore katılmadı. Seçimlerin sonunda Güney Kore’de normal bir hükûmet kurulunca burada bulunan elli bin civârındaki Amerikan askeri yurtlarına döndü.

MÜRŞİD-İ KAMİL ve ÖZELLİKLERİ

MÜRŞİD-İ KAMİL ve ÖZELLİKLERİ


Hakiki Mürşidi Kamilin özellkleri(imam Gazali)

MÜRŞİD VE TERBİYE

Bil ki, Hak yolcusuna, terbiyesiyle ondaki kötü ahlakı çıkarıp yerine güzel ahlakı koyacak, onu yetiştirecek bir mürşide, rehbere ihtiyacı vardır. Terbiye, mahsulünün olgun ve güzel olması için tarlasındaki dikenleri ve yabancı otları söküp atan çiftçinin işine benzer. Doğru yola girmek isteyen için, onun Allah’a (c.c) giden yolları gösterecek bir hidayet rehberinin olması gerekir. Çünkü Allahu Teâlâ, kullarını kendi yoluna ulaştırması için peygamberler göndermiştir. Risalet halkasının en sonuncusu olan Peygamber Efendimiz (s.a.v)’de bu dünyadan, ahırete irtihal edince, yerine insanlara yol gösterici halifeler bırakmıştır. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) halife (vekil) olabilmenin şartı öncelikle alim olmaktır; fakat her alim de vekil olmaya uygun değildir.
Şimdi de sana Hz. Peygamber’e (s.a.v) vekil olabilecek kişinin bazı alametlerini kısaca açıklamak istiyorum. Öyle ki, her alim olduğunu söyleyen, mürşit olduğunu iddia etmesin..

HAKİKİ MÜRŞİDİN ALAMETLERİ ve MÜRİDİN GÖREVLERİ

25 Haziran 2011 Cumartesi

HAMÎDİYE ALAYLARI

HAMÎDİYE ALAYLARI


Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından Doğu Anadolu ile Filistin ve diğer bölgelerin sosyal, siyâsî ve iktisadî hayâtını düzenlemek için kurulan teşkilât.

1878 Berlin andlaşmasıyla, Balkanlardan Türkleri attıklarına veya atmak üzere olduklarına inanan Rusya, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist devletler, Şark mes’elesini Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarına kaydırmışlardı. Nitekim Berlin andlaşmasına koydurdukları 61. madde ile Anadolu’da ermeniler lehine reformlar yapılmasını Bâb-ı âlî’ye kabul ettirmişlerdi. Artık Avrupalı devletler için Şark mes’elesi, hıristiyan ermenileri kurtarmak ve Doğu Anadolu’da bir ermenistan devleti kurmak anlamına geliyordu.

Bu sırada Osmanlı Devleti’nin başında bulunan İkinci Abdülhamîd Han; Şark mes’elesi adı altında, devletin sınırları içinde tahrik edilen her buhranın ve isyânın arkasından, Avrupalı devletler tarafından istenilen reformların, hıristiyan tebea için, önce muhtariyet sonra istiklâl; Osmanlı Devleti için de zayıflama ve parçalanma anlamına geldiğini, yaşanan târihî tecrübeler vasıtasıyla gayet iyi biliyordu. Bu yüzdendir ki, İkinci Abdülhamîd Han bütün gücüyle ve mahâretiyle Doğu Anadolu’yu kurtarmak, orada bir ermenistan devletinin kuruluşunu engellemek, Rum ve İngiliz emperyalizminin hareket kabiliyetini azaltmak için çalışmıştır. Bunun için tâkib ettiği politikanın esasları şunlardır:

1- Devletin askerî ve mülkî otoritesini maddeten ve manen Doğu Anadolu’da te’sis etmek.

2- Bütün Anadolu halkının menfâatini koruyan reformlar yapmak; sâdece ermeniler lehine yapılacak olanları reddetmek.

3- Resmî kuvvet ve otoritenin yetersiz kaldığı yerlerde, mahallî kuvvet ve otoritelerden yararlanmak.

4- Doğu Anadolu’ya batı tarafdârı ve hayranı olan me’murları yollamamak.

5- Büyük devletlerin reform isteklerini geciktirmek ve uygulamamak.

6- Ermenilerin olup bittileri karşısında kalmamak için müslüman halkı, özellikle aşiretleri silâhlandırmak ve onları müteyakkız hâle getirmek.

7- Avrupalı misyonerlerin faaliyetlerini engellemek veya kontrol altında bulundurmak.

8- Ermenilerin çıkaracağı her türlü hâdiseye zamanında müdâhale etmek veya ettirmek.

9- Aşiretlerden askerî birlikler teşkil etmek.

Meşhur Osmanlı matematikçisi; GELENBEVÎ İSMÂİL EFENDİ

Meşhur Osmanlı matematikçisi; GELENBEVÎ İSMÂİL EFENDİ



Meşhur Osmanlı matematikçisi, kâdı, Hanefî mezhebi fıkıh ve kelâm âlimi. İsmi, İsmâil bin Mustafa bin Mahmûd’dur 1730 senesinde Manisa’ya bağlı Kırkağaç kazasının Gelenbe kasabasında doğduğundan, Gelenbevî nisbetiyle meşhur oldu. Küçük yaşta babasının ölümü ile yetim kalan İsmâil Efendi, annesinin yanında kaldı. Çocukluğunda ilim tahsîl edemedi. Hâlbuki babası ve dedeleri, doğduğu kasabada senelerce müftîlik ve müderrislik yaparak ilme hizmet etmiş, fazilet sâhibi kimselerdi.

On iki-on üç yaşına gelen İsmâil Efendi hâlâ sokaklarda oyun oynuyor, boşuna vakit geçiriyordu. Yine bir gün sokakta oynarken baba dostlarından biri onu görüp yanına çağırarak; “Çok yazık, baban ve dedelerin hep ilimle meşgul oldular. Sen ise bu yaşta başı boş sokaklarda gezip, duruyorsun” dedi. Ona ilim öğrenmesi hususunda yardımcı olacağını söyledi. İsmâil Efendi, o günden itibaren oyunu terk etti. İlk öğrenimine Gelenbe’de başladı. Kısa zamanda başarı gösterip, zekâ ve çalışkanlığını ortaya koydu. Tahsiline devam edebilmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Külliyesine girdi. Burada zamanın en meşhur âlimlerinden Ayaklı kütüphâne nâmıyla tanınan Müftîzâde Mehmed Emîn Efendi ve Mestanzâde Osman Efendi gibi ulemâdan ilim öğrendi. Muhammed Hâdimî hazretlerinin ilminden istifâde etti. Fıkıh, kelâm, matematik, mantık ve mühendislik ilimlerinde ilerledi.

Tahsilini başarı ile tamamlayan İsmâil Efendi, 1763 senesinde açılan rüûs imtihanını kazanarak, müderrislik payesi kazandı. Geçim sıkıntısı çekmesine rağmen vazîfe almayıp, kendisini ilmî araştırmalara verdi. Çok okuyup, daha çok çalışma yollarını aradı. Araştırma ve çalışmalarına Mehmed Emîn Efendi’nin evinde aldığı husûsî derslerle devam etti. Mantıkla ilgili Burhan kitabını bu esnada yazdı. Hocası Mehmed Emîn Efendi, ilimde olgunlaşmadan kitap yazmasını uygun bulmadı. İsmâil Efendi bundan sonra vakitlerini daha çok matematik ilmine ayırdı. Zamanla bu ilimde mütehassıs oldu. Sultan birinci Abdülhamîd Han zamanında, sadrâzam Halîl Paşa ile kapdân-ı derya Cezâyirli Hasan Paşa’nın gayret ve teşvikleri netîcesinde, yeni açılan Mühendishâne-i Bahrî-i hümâyûna tâyin edildi. 1791 senesine kadar vazife yaptığı bu okulda bir çok gencin yetişmesinde hizmetleri oldu.

Ermeniler (Detaylı bir tahlil ile Ermeni dosyası)

Ermeniler (Detaylı bir tahlil ile Ermeni dosyası)


Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes’in torunu Hayk’ın soyundan türeyen bir kavim. Frikyalıların, Hititlerin kolları olduğu söylendiği gibi, Turânî bir ırkdan olduklarını söyleyenler de vardır. Ancak dilleri Hind-Avrupa dil ailesine mensûbdur.

Ortaçağda Arap hâkimiyeti altında yaşayan ermeniler, Bizans’ın desteğiyle Bağratuni ailesine mensup Aşot’u kral îlân ettiler. Daha sonra da Bizans hâkimiyetine girdiler. Bizanslılardan zulüm gördükleri zaman müslüman-Türklerin yanında yer aldılar. Bâzı ermeni kaynaklarında geçen; “Allah, sapık Rumlaların fenalıklarını ortadan kaldırmak için, Türkleri Anadolu’nun fethine me’mur etti” sözü, bunun ifadesidir. Müslüman-Türklerin idaresi altındaki yerlerde din serbestliği ve adalet içinde yaşayan ermeniler, Selçuklular devrinde, Toroslar ile Malatya bölgelerinde prenslikler kurmaya çalıştılar. Bu sırada düşman oldukları Bizanslılardan faydalanmak için de Ortodoksluğu kabul ettiler. Haçlı seferleri sırasında hıristiyanlarla birlikte hareket ederek asliyetlerini ortaya koydular. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında, Karamanoğulları ve Ramazanoğulları beyliklerinin hâkimiyeti altında azınlık olarak yaşadılar. 1375’den sonra Anadolu’da Türk birliğini kurmaya çalışan Osmanlılar idaresinde, o zamana kadar görmedikleri bir huzur ve güvene kavuştular. Tîmûr Han’ın Anadolu seferi sırasında Yıldırım Bâyezîd Han’ın ordusuna katıldılar. Sonraki pâdişâhlar devrinde de devletin zımmî reâyası olarak huzur ve dirlik içinde yaşadılar. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u feth etmesinden sonra buraya gelen ermeniler, Fâtih’in izni ile bir patrikhâne kurdular. Ayrıca zanaatkar, mîmâr, tüccar olarak bağlılıklarına güvenilen ermeniler, İstanbul’un Samatya Topkapı, Kumkapı, Edirnekapı gibi önemli semtlerine yerleştirildi. Samatya’daki Sulumanastır kilisesi kendilerine verildi. Burasını patrikhâneye çevirip serbestçe ibâdet yaptılar.

24 Haziran 2011 Cuma

Unutulmayan Olaylar (Zonguldak'ta Grizu Patlaması - 1992) (Video)



Unutulmayan Olaylar (Zonguldak'ta Grizu Patlaması - 1992)

Cevşen okunması gereken faziletli bir dua değildir. Kaynağı olmayan uydurma bir Şii duasıdır

Cevşen, Kaynaksız Mesnetsiz Şii Duasıdır.


Diyalogcuların bir sembol haline getirdiği, Vatikan Katolik Kilisesi temsilcisi George Marovich’in (diyalog toplantılarında gördüğümüz kadarıyla) dilinden düşmeyen cevşen’in dinimizdeki yeri nedir sorusuna cevap arayalım.

Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:
(s.462-464)

Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, “zırh, savaş elbisesi” anlamınagelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır.


Cevşen-i Kebir: Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.


Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.


Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Fakirleri Koruma Derneği Tam Olarak Ne İş Yapar?

Fakirleri Koruma Derneği Tam Olarak Ne İş Yapar?

B'nai B'rith Ibranice'de 'Ahit'in Çocuklari' anlamina gelir. Sadece Yahudilerin üye olabildigi dünyanin en etkili siyonist teskilatidir. 1843'te 12 Alman Yahudisi tarafindan New York'ta resmilestirilen bu örgütün temel amaci, siyonizmin dünya çapindaki menfaatlerini saglamaktir.

B'nai B'rith 1938'de, dört önemli Yahudi organizasyonunun taktiklerini, savunma planlarini hazirlayan Genel Yahudi Kurultayini olusturdu. Daha sonraki faaliyetlerini çogaltan örgüt, B'nai B'rith Dergisi, Aylik Ulusal Yahudi Dergisi, B'nai B'rith Haberleri gibi yayinlarla tüm ülkelerde siyonizm propagandasi yapmaya basladi. Yahudi gençler için dinsel ve irkçi egitim yapan merkezler meydana getirdi. Bunlardan en önemlisi olan 'Aleph Zadik Aleph' adli teskilat vasitasiyla 13-21 yas gruplarina siyonizm düsüncesini empoze etti. B'nai B'rith üyeleri sadece kendilerinin girebildigi 'loca' adini verdikleri yerlerde toplanirlar. Ayni masonlarda oldugu gibi önemli kararlar loca baskanlarinin bir araya geldigi ' Süprem Konsey' toplantilarinda alinir.

B'nai B'rith, Masonluk ve Bilderberg Grup gibi siyonist teskilatlarin beynidir. Bunlarla isbirligi içinde dünya siyaseti ve ekonomisini yönlendiren kritik kararlar alir. Tüm Yahudi organizasyonlari B'nai B'rith'e baglidir. Böylece örgüt bütün Yahudilerin ve özellikle Israil'in çalismalarindan ve karsilastiklari problemlerden aninda haberdar olur.Britannica Ansiklopedisi B'nai B'rith konusunda sunlari yaziyor:

Türkiye'de Dinsiz Milliyetçiliği Yahudiler ve Sabetaycılar Çıkarttılar

Türkiye'de Dinsiz Milliyetçiliği Yahudiler ve Sabetaycılar Çıkarttılar





"Bu memlekette dinsiz milliyetçiliği, dinsiz Türkçülüğü Yahudiler ve Sabataycılar çıkartmıştır.Yahudiler Türkler için, İslâm’ın dışında ideolojiler, dünya görüşleri icat etmek istiyorlardı."

----

Geçenlerde, yayıncılık yapan bir dostum, vefat etmiş bir kimsenin kitaplarının basım haklarını varislerinden almak için müzakereler yapmış. Merhum müsbet bir kimseymiş ama varisleri dinsiz. Ergenekoncu imiş. Konuşma esnasında, milliyetçilik kelimesine itiraz etmişler. Bunda din ve muhafazakârlık var, biz ulusalcılıktan başka bir şey kabul etmeyiz demişler. Bu dinsiz imansız ulusalcılıkta, iç ve dış Yahudilerin hayli tuzu biberi bulunmaktadır.

Bendeniz son 60 yıl içinde hayli milliyetçi tanıdım, bazıları ile yakın dostluğumuz oldu. Hepsi de İslâm’a saygılı idi. Bir kısmı namazlı abdestli dindardı. Bir kısmı dindar olmasa bile dine hürmetkârdı. Asla dinsizlik yapmazlardı.

Bu memlekette dinsiz milliyetçiliği, dinsiz Türkçülüğü (Bütün milliyetçilere ve Türkçülere dinsiz demiyorum. Böyle bir şey büyük haksızlık ve terbiyesizlik olur) Yahudiler ve Sabataycılar çıkartmıştır.

Yahudiler Türkler için, İslâm’ın dışında ideolojiler, dünya görüşleri icat etmek istiyorlardı.


Bir Macar Yahudisi olan Arminius Vambery bunlardan biridir. Pan-Türkizm kelimesini ilk o çıkartmıştır. Hem Sultan Abdülhamid’e danışmanlık yapıyor, hem de gizlice British Foreign Office ve Lord Palmerston hesabına çalışıyordu. Türkçe’yi o kadar iyi biliyordu ki, İstanbullu derviş Reşid efendi kılığında, o tarihlerde henüz Rusya pençesine düşmemiş Orta Asya ülkelerinde İngiltere hesabına casusluk yapmak maksadıyla seyahat etmiş, notlarını kocaman bir kitap halinde yayınlamıştır.

Yine bir Yahudi olan Leon Kahun, Müslümanlara Türkçülük aşılamak için “Türkçü” romanlarve tarih kitapları yazmıştır. “Introduction á l’Histoire de l’asie” adlı kitabında Pan-Türkizm telkinatı yapar.

Bir İngiliz Yahudisi, Arthur L. David, kitabında Türklere, üstün oldukları şuurunu aşılamak ister.

Vahy'in İndiği Yer Keşfedilecek, Herkes iman edecek ama...

Vahy'in İndiği Yer Keşfedilecek, Herkes iman edecek ama...


Kafirler birinci kat semayı keşfettikleri zaman, orada Vahy'in indiği yeri ve ayet-i kerimelerde haber verilen bazı emareleri görürler. Dünyaya gelip gördükleri o hakikatleri bütün insanlara haber verdiklerinde herkes "La ilahe illallah" diyerek imana gelir. Lakin hiç birinin imanı kabul olmaz. Çünkü imanın şartı gayba iman etmektir.
(gayb, gözle görülemeyen, akılla anlaşılamayan, duyu organları ile hissedilemeyen şeylerdir.)

Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise, oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Fenciler henüz birinci kat semayı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye'nin büyüklüğü kadar ayna yaparlarsa, belki o zaman birinci kat semayı öğrenebilirler. Batıl bir görüş olan "sonsuz uzay boşluğu" iddialarının ne kadar yanlış olduğunu gözleri ile görürler.

Süleyman Hilmi Tunahan (kuddise sirruhu)

Kuddise sirruhu: Allah onun sırrını mukaddes etsin, demektir.

Atom, Öldükten Sonra Dirilmeyi İspat Ediyor...

Atom, Öldükten Sonra Dirilmeyi İspat Ediyor...


Atom cevheri "Ba'sü ba'del mevti" (öldükten sonra dirilmeyi) isbat eder. Madem ki tohumu olan her şey kayıp olup tekrar diriliyor, insan ve bütün alemler atomları hariç helak olacak ve tekrar dirileceklerdir. İncir çekirdeği misali.
(Süleyman Hilmi Tunahan Kuddise sirruh)

(İsrafil Aleyhisselamın birinci sur'u üflemesi ile, atomları hariç İnsanlar ve alemler yok olacak, ikinci sur'u üfleyince de her şey atomlarından tekrar vücuda gelecek ve bu şekilde kıyamet gerçekleşmiş olacaktır)

Hala Işığı Dünyamıza Ulaşmamış Yıldızlar Var

Milyarlarca yıldır hala ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızlar var


Yumurtanın beyazı, sarısını kuşatıp etrafında bir daire oluşturduğu gibi, birinci kat sema da , dünya ile diğer gezegenleri ihata ederek kuşatmıştır. Bu dünya birinci kat semanın yanında bir yüzüğün Arabistan yarımadasında işgal ettiği yer kadar mekan tutar. Semadaki her üst kısımda bulunan tabaka da; genişlik ve azamet bakımından altta bulunan tabakaya göre o oranda azim ve büyüktür.

(Yani birinci kat sema, ikinci kat semaya kıyasla Arabistan yarımadasındaki bir yüzük kadardır,
ikinci kat sema, üçüncü kat semaya kıyasla Arabistan yarımadasındaki bir yüzük kadardır,Yedi kat semanın biribirlerine oranları hep bu şekildedir.)

Dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Gezegenler arasındaki mesafe ışık hızı ile ölçülür. Işık saniyede "üçyüzbin kilometrelik" muazzam bir mesafe kat eder. Yeryüzüne iki saniyede akisettiğine göre, dünyaya en yakın yıldızın "altıyüzbin kilometre" ötede olduğu anlaşılıyor. Alem-i kebir içinde daha binlerce, milyonlarca ve milyarlarca sene ışığı henüz dünyamıza ulaşmayan bir çok yıldızlar vardır.

Süleyman Hilmi Tunahan (Kuddise Sirruh)

Ad Kavmi ve İrem Bağları (Akıl almaz kibrin feci sonu)

Ad Kavmi ve İrem Bağları (Akıl almaz kibrin feci sonu)


Allah her daim darlıkla, hastalıkla, sıkıntı ile imtihan etmez, bazen de bollukla, güçle, kuvvetle, imkan genişliği ile, çeşit çeşit nimetlerle imtihan eder... Ad Kavmi... Geçici nimetlerle imtihan olup aldanıp ebedi hayatlarını mahveden kavim...

****

Hud aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği ve isyanları yüzünden rüzgarla helak edilen kavim. Bu kavim, Nuh aleyhisselamın oğullarından Sam'ın torunlarından Ad'ın neslidir. Yaşadıkları yer Ahkaf diyarı olup, Yemen'de Aden ile Umman arasındadır. Bu bölgeye Şihr de denilmiştir.

Nuh aleyhisselam zamanındaki tufandan sonra gemide bulunup kurtulanlar değişik bölgelerde yerleşip çoğaldılar. Ad kavmi de kendi arasında yirmi üç kabileden meydana gelen büyük bir Arap kavmi idi. Ad kavminin insanları, iri cüsseli, uzun boylu, kuvvetli, tuttuğunu koparan uzun ömürlü kimselerdi. Yaşadıkları bölgenin toprağı çok verimli, yağmuru boldu. Her taraf yemyeşil, bağlar, bahçeler, pınarlar, akarsular ile kaplı olan yerler "İrem Bağları" diye tanınmıştı.

Bu kavim büyük kayaları yontarak direk ve bu direkler üzerine çok gösterişli binalar yaptılar. Yaşadıkları bölgede her taraf akıl almaz süslere, göz kamaştıran güzelliklere sahipti.

Nuh aleyhisselam zamanındaki tufandan sekiz asır gibi bir zaman aradan geçmesi sebebiyle tufanı görüp, ibret alanlar ve bunları nesillere anlatanlar çoktan vefat etmişlerdi. Ad kavmi insanları sıhhatlerine, kuvvetlerine, zenginliklerine ve servetlerine bakarak her geçen gün kibirleniyor, büyükleniyor, taşkınlıklarını artırıyordu. Onların bu halleri Kur'an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: "Yer yüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve bizden daha kuvvetli kim var (olabilir) ki dediler." (Fussilet suresi: 15)

Şeddad'ın YAPAY CENNETİnde Elektrik vardı

Şeddad'ın YAPAY CENNETİnde Elektrik vardı


İrem bağının sahibi olan Şeddad ibnü Ad, öyle suni bir cennet yaptı ki, hiç bir yerde ve hiç bir belde de onun misli halk olunmadı ve olunmayacak. Rüzgarın bir taraftan esmesi ile ağaçların üzerinde duran kuşlar, diğer tarafta sada veriyormuş. O zaman da elektriğin mevcut olduğu anlaşılıyor.Fenniyatta(bilimde) da muazzam terakki (ilerleme) varmış. Sonra Süleyman (a.s.) zamanında sönmüştür.

(Süleyman Hilmi Tunahan kuddise sirruh)

---

(İrem Bağı, Hûd Aleyhisselâm zamanında Âd Kavminin reisi olan ve Hûd aleyhisselâma inanmayan Şeddâd bin Âd’ın, “Ey Hûd! Senin ilahın o dünyada yaptığı Cennetle öğünürse, ben de bu dünyada bir cennet yapayım ki, onun Cennetinden daha şâhâne olsun!” diyerek dünya servetini dökerek yaptırdığı bir bahçedir.)

Süleyman aleyhisselam devrinde insanlık bilim ve tekniğin zirvesine çıkmıştı

Süleyman aleyhisselam devrinde insanlık bilim ve tekniğin zirvesine çıkmıştı


Süleyman aleyhisselam, üçyüzbin kişilik ordusunu Taif'den Filistin'e havadan bir günde nakletmiştir.

Ordusuyla bir çiftlik üzerinden geçerken, yerde çift süren fakir bir çiftçi o hali görünce,

"Allah'ım al-i Davud'a ne büyük saltanat verdin" demiş.

Bunu işiten Hazreti Süleyman hemen ordusuyla yanına inip,

"Cenab-ı Hakk'ın bana verdiği şu saltanata sakın gıpta etmeyesin. Eğer hayatını Hazreti Allah'a ve O'nun peygamberine bağlı olarak geçirirsen, sana verilecek ebedi saltanatın yanında bu gördüğün hiç kalır." buyurmuştur.

Süleyman aleyhisselam zamanında fen terakki edip çok ileri gitmişti. Lakin fen ilerledikçe tahribatı da çoğalmış ve insanlar yoldan çıkmaya başlamışlar. Bunun üzerine Süleyman aleyhisselam veziri Asaf'a emredip bütün fünunu (fen ilimlerini) gömdürmüştür.
Çağımızda da aynı şeyler oluyor ve insanlık aynı sonuca gidiyor nerdeyse...

(Süleyman Hilmi Tunahan kuddise sirruh)

"Güneşte ISI ve IŞIK yoktur"

"Güneşte ISI ve IŞIK yoktur"




Güneşte sıcaklık ve ziya (ışık) yoktur. O billura benzer bir varlık olduğu için, arşı-alâdan dağılan nuru, alem-i ecsada(cesedler alemi, maddi alem) aksettirir.

Nitekim Almanya'nın en büyük bir fen alimi Güneşin sudan ibaret olduğunu söylemiştir. Henüz hakikati bulamadılar fakat bulacaklar!..

Kalbin de iki yüzü vardır.
Biri alem-i ervaha (ruhlar alemine) diğeri alem-i cesede bakar.
Kalb, ruhtan aldığı feyzi bütün vücuda dağılan mecraları vasıtasıyla cesede bahşeder. Bu mecralardan biri kalbin feyzinden bir an münkati olsa (kesilse), beden saatinde helak olur.

İşte maneviyatımızı temin eden kalbin de arş-ı alaya nisbeti vardır. Cennet ve Cehennem dahil arş-ı azama, daire-i arş veya avalim-i arş denir.

Süleyman Hilmi Tunahan (kuddise sirruh)

NASA; "Uzayda Hayat Var"

NASA; "Uzayda Hayat Var"




ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) için çalışan bilim insanı Richard Hoover, uzayda yaşamın olduğuna ortaya koyan bulgular elde ettiğini açıkladı

Hoover, Dünya’ya düşen gök taşlarının içinde çok küçük “uzaylı böceklerin” izine rastladığını belirtti. Astrobiyoloji uzmanı Hoover, Dünya’ya düşen en eski meteorların içinde, oksijen varlığında fotosentez yapabilen bakterilere benzerlik gösteren mikroskobik fosiller tespit etti. NASA’nın Alabama eyaletinde bulunan Marshall uzay uçuş merkezinde yaptığı araştırmada, Hoover, elde ettiği fosillerin bazı özelliklerinin İspanya’nın Ebro Havzası’dan bulunan Titanospirillum velox adındaki bakteriye benzerlik gösterdiğini ifade etti.

BİLİNEN EN ESKİ FOSİLLER

Hoover, çalışması kapsamında Güneş Sistemi’ndeki en eski gök taşları olduğuna inanılan üç örnekten elde ettiği parçaları inceledi. Sonuç olarak, gök taşlarındaki fosillerin, gök taşları Dünya’ya düştükten sonra ortaya çıkmadığını gördü. Cosmology dergisinde yayımlanacak araştırmada, fosillerde nitrojenin çok az bulunduğunu, ancak Dünya’da yaşamın oluşabilmesi için nitrojenin temel elementlerden biri olduğuna dikkat çekildi.

Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Rudy Schild, “Elde edilen bulgular hayatın her yerde var olduğunu ve Dünya’daki yaşamın başka bir yerden gelmiş olabileceğini gösteriyor” dedi. Schild, “araştırma üzerinde her türlü görüşün ortaya konması için” 100 bilim insanını yeni bulgular üzerinde değerlendirmede bulunmaya çağırdı. Cosmology dergisinde yer alacak araştırma, yarın yayımlanacak.

Ayda yürüyen 6. adam iddia ediyor.; "O uzaylı resimleri ve videoları gerçek"

Ayda yürüyen 6. adam iddia ediyor.; "O uzaylı resimleri ve videoları gerçek"




Ayda yürüyen 6. adam iddia ediyor..." Uzaylılar insanlarla iletişime geçtiler fakat hükümet bu gerçeği 60 yıldır insanlardan gizliyor. "

Apollo 14 astronotu Dr Edgar Mitchell, NASA kariyeri boyunca yeryüzüne yapılan pek çok UFO ziyaretinden haberi olduğunu fakat her birinin örtbas ettiğini söyledi.


Edgar Mitchell, Apollo 14'ün lunar modül pilotuydu...

Gerçek hayattaki UFO benzetmesinin gerçek uzaylılara çok yakın olduğunu belirten Mitchell, küçük bedenleri, büyük kafa ve gözlerinin olduğunu belirtti.

Bizim teknolojimizin onlarınki kadar gelişmiş ve onlarınki kadar düşmanca olmadığına dikkat çeken Mitchell, şu andan itibaren tarih olabiliriz diye uyarıyor.

NASA Astronotu Kelly: "Uzayda hayatın kanıtları var"

NASA Astronotu Kelly: "Uzayda hayatın kanıtları var"


Discovery uzay mekiğinin Amerikalı komutanı Mark Kelly, uzayda hayat olduğuna ilişkin bazı kanıtlar gördüklerini söyledi.

Kelly, Discovery mürettebatı ile geldiği Japonya'nın başkenti Tokyo'da düzenlediği basın toplantısında,"Geçmişte Mars'ta hayat olabileceğine ilişkin kanıt görmüştük, dolayısıyla bütün evrende hayat olması muhtemel" dedi.

Uzaylıların dünyayı ziyaret etmemesinin basit bir sebebinin bulunduğunu, yolculuğun zor olduğunu belirten Kelly, "Deneyimlerimizden uzayda yolculuk çok zor ve ben uzaylıların dünyayı ziyaret etmediğini düşünüyorum" dedi.

Astronot Kelly'nin söz ettiği başka canlıların Dünya'ya "geliş zorluğu", şundan kaynaklanıyor:

Uzayda bizden başka hayatlar / alemler var...

Uzayda bizden başka hayatlar / alemler var...


NASA, uzayda kaç gezegen olduğu hakkında kesin bir bilgi veremiyor ve üç yüz milyar civarında gezegen olabileceği tahmininde bulunuyor... Akıl almaz sayıdaki bunca gezegenlerde acaba bizim dünyamız gibi başka dünyalar ve yaşayan hayat sahipleri olabilir mi? Bizim dünyamızda oldukça sulandırılan ve seviyesizleştirilen bu konuda İslami kaynaklar, başta Kur'an ve Hadis-i Şerifler ve sonra İslam alimlerinin bunlar hakkındaki yorumları neler söylüyor? Ülkemizde bu konuda ciddi bir bilgi eksikliği olduğu muhakkak. Biz de bu yazıda "uzayda hayat var mı?" sorusunun cevabına bu açıdan bakalım istedik...

Uzayda (Melekler ve cinler haricinde de) hayat olduğuna işaret eden ayet ve hadisler;

" Gökleri, yeryüzünü ve bunlar içinde üretip yaydığı canlıları yaratması da Onun (varlığının ve yüceliğinin) delillerindendir. O, dilediği zaman bunların hepsini bir araya toplamaya da güç yetirir.[Şûra, 42/29]

"İnsanlar Ay'a gitmek yerine Merih'e (Mars'a) gidebilselerdi oradaki mümin kardeşleri ile tanışacaklardı" (Süleyman Hilmi Tunahan kuddise sirruh)

****

“Gün gelecek sûra üflenecek, Allah’ ın dilediği dışında, göklerde ve yerde olan herkes müthiş bir korkuya kapılacak. Hepsi boynu bükük vaziyette O’nun huzuruna varacaklar.” (Neml, 27/87)

****

“Sûra üflenir; Allah’ ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer. Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar, kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar”(Zümer, 39/68).

****


“De ki: “Hamd O Allah' a olsun ki size er-geç alâmetlerini gösterecek siz de onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir”(Neml, 27)93)
mealindeki ayetin açıklaması;

Kafirler birinci kat semayı keşfettikleri zaman, orada Vahy'in indiği yeri ve ayet-i kerimelerde haber verilen bazı emareleri görürler. Dünyaya gelip gördükleri o hakikatleri bütün insanlara haber verdiklerinde herkes "La ilahe illallah" diyerek imana gelir. Lakin hiç birinin imanı kabul olmaz. Çünkü imanın şartı gayba iman etmektir.
(gayb, gözle görülemeyen, akılla anlaşılamayan, duyu organları ile hissedilemeyen şeylerdir.)

Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise, oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Fenciler henüz birinci kat semayı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye'nin büyüklüğü kadar ayna yaparlarsa, belki o zaman birinci kat semayı öğrenebilirler. Batıl bir görüş olan "sonsuz uzay boşluğu" iddialarının ne kadar yanlış olduğunu gözleri ile görürler.

(Süleyman Hilmi Tunahan ) kuddise sirruh

Mucahid’e göre, “size er-geç alâmetlerini gösterecek siz de onları tanıyacaksınız” mealindeki ayetin ifadesi dünyaya bakar. Yani, asırlar boyunca hem göklerde hem de yerde bütün kâinat çapında; Kur’an’da bildirdiği hakikatlerin doğruluğunu gösteren, ona şahit olacak belgeler gösterecek ve siz de o doğruluk belgelerini anlayıp tanıyacaksınız(krş. Maverdî, ilgili ayetin tefsiri).

****

“Evet, Biz ileride onlara delillerimizi gerek dış dünyada, gerek kendi öz varlıklarında göstereceğiz; öyle ki Kur’ân’ın, tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice anlaşılacak. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?”(Fussilet, 41/53).

Ermenistan'ın İlk Başbakanı Herşeyi İtiraf Etmiş; "Tehcir Kararı Doğruydu."

Ermenistan'ın İlk Başbakanı Herşeyi İtiraf Etmiş; "Tehcir Kararı Doğruydu."

İstanbul Ticaret Odası Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 parti konferansına sunduğu raporu Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak neşrederek çok hayırlı bir hizmette bulunmuştur. Şimdi bu kitaptan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Bu kitap ne bir hikâye, ne bir roman, ne de bir kurgudur. Tam anlamıyla bir belgeseldir. 1915 Ermeni Meselesine ilişkin tüm gerçekleri, dönemin önemli bir şahidinin kaleminden gözler önüne seren tarihî bir belgedir.

İlk Ermeni Başbakanının bu tarihî raporu Ermenistan’da yasaklanmıştır. Yayınların Avrupa’daki kütüphanelerde Taşnaklar tarafından toplatıldığı da biliniyor. Kitabın çeşitli dillerden yayımlanan basımları, Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır. Kitabın kataloglarda adı var, ancak raflarda bulunmuyor.
Kaçaznuni, raporuna başlarken özellikle belirtiyor. Bu değerlendirmelere ağır bir düşünce süreci sonunda varmıştır. Ulaştığı sonuçlar, yüzeyselliğin ve iradesizliğin ürünü değildir ve birçoklarını kızdıracağını bilmektedir. Kaçaznuni, Taşnaksutyun Konferansına katılan delegelerden, önyargılardan sıyrılarak, kendisini sabırla dinlemelerini rica ederek şu tespitlerde bulunuyor:

23 Haziran 2011 Perşembe

Ermeniler Bir Milyon Müslümanı Katlettiler... Büyük Ermeni Soykırımı

Ermeniler Bir Milyon Müslümanı Katlettiler... Büyük Ermeni Soykırımı


1915 tarihli Ermeni Tehcir'ini (zorunlu göçünü) Ermeni soykırımı olarak görmek mümkün müdür? Bu konuda Ermenilerin ve Batılı bazı yazarların iddialarına nasıl cevap verebiliriz?

Meseleyi bir kaç yönden açıklamak gerekmektedir.

Birincisi; Tarih boyu Ermeniler, millet-i sâdıka sıfatıyla Osmanlı ülkesinde zimmî tabir edilen statüde yani Müslüman bir ülkenin gayr-i müslim vatandaşı sıfatıyla yaşamışlar ve Osmanlı Devleti, vatandaşlarına tanıdığı bütün hak ve hürriyetleri onlara da tanımışlardır. Şunu belirteyim ki, 1071'den yani 909 seneden beri, şayet bu uzun tarih dönemeci içerisinde biz Müslüman Türkler, azınlıkların hak ve hürriyetlerine saygı göstermeseydik, bugün Türkiye'de az da olsa azınlıklardan söz edilebilir miydi? Aynı tarih dilimi içerisinde İspanya'da Müslüman azınlıktan eser kalmaması, Avrupalılar, daha doğrusu Hıristiyan milletler ile bizlerin yani Müslümanların, bu konudaki gerçek tutumlarını göstermektedir. Ermenilere temel hak ve hürriyetler tanındığı gibi, İslâm Dininin koyduğu prensipler ışığında din ve vicdan hürriyeti de tanınmıştır. Tanzimat'tan sonra ve özellikle de İttihâdcılar zamanında, siyasi haklar, Müslümanlar kadar Ermeniler için de kabul edilmiştir. Hatta II. Abdülhamid, maalesef Ermeni katili diye itham bile edilmiştir. II. Abdülhamid döneminde Agop Paşa, Hazine-i Hâssa Nâzırıdır. İttihâdcılar ise Osmanlı Devleti'ne ihanet eden Gabriel Noradungiyan'ı Hâriciye nâzırı(Dış İşleri Bakanı) yapacak kadar basiretsizleşmişlerdir.

Osmanlı Devleti'nin bu davranışlarına karşılık Ermeniler, Rusya'nın tahriklerine kapılarak ve Berlin Muahedesinin 61. maddesine dayanarak devlete isyan etmeye başlamışlardır. Asla çoğunluk teşkil edemedikleri Doğu ve Güneydoğu Vilâyetlerinde Müslüman insanları ve özellikle Müslüman Kürtleri kesmeye başlamışlardır. 1886’ da kurulan Hınçak Cemiyeti ve bunun gibi bir Ermeni komitesi olan Taşnak Cemiyeti üyeleri, Osmanlı ülkesinde terör estirmeye başlamışlardır. Bu terörü Hamidiye Alayları ile durduran Abdülhamid, Kızıl Sultân diye itham edilmiştir. 1894'de Sason'da isyan eden Hamparsum Boyacıyan Harput Milletvekili olarak İttihâdcılar tarafından Meclis'e bile getirilmiştir. Abdülhamid'i bomba olayı ile yok etmek istemeleri, İstanbul'da arka arkaya patlayan Ermeni ayaklanmaları, onların dış güçlerin emriyle hareket ettiklerini açıkça ortaya koymuştur.

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...