8 Ağustos 2011 Pazartesi

Dünyanın En Kahraman Alayı: Çanakkale Savaşı'nın 57. Alayı (video)



57. Alay, Çanakkale Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen Anzak Çıkarmasını durdurmak amacıyla 25 Nisan 1915 sabahı harekete geçen Osmanlı alayıdır.

19. Fırka'ya bağlı üç alaydan (72, 77 ve 57) biri olarak Tekirdağ Yarkışla mevkiinde 1 Şubat 1915 tarihinde kurulan 57. Alay'ın alay komutanı, Hüseyin Avni Bey (Arıburun)'dir.

Sonraki Üç Yıl (12 Eylül 1980 Darbesi Belgeseli)



12 Eylül Darbesi veya 1980 İhtilali, Türkiye'de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi. Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü.12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı.

2010 anayasa referandumunda, değişikliklerin kabul edilmesiyle 13 Eylül 2010 tarihinde İnsan Hakları Derneği (İHD), 78’liler Girişimi, İstanbul Tabip Odası'nın da dahil olduğu çeşitli sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve derneklerden oluşan yaklaşık 40 kuruluş Sultanahmet Adliyesi’nde suç duyurusunda bulundu.

2 Ağustos 2011 Salı

Hasret olduk eski istibdâda (baskıya) biz...

Hasret olduk eski istibdâda (baskıya) biz...


Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın saltanat zamanını istibdat (baskı) devri îlan eden İttihat ve Terakki cemiyeti, hürriyet, adalet ve müsavat (eşitlik) teraneleri ile 1908 yılında İkinci Meşrutiyeti "Hürriyet" ismi ile îlan ettikten sonra bir tertiple meşhur 31 Mart isyanını çıkarmış ve pâdişâhı tahttan indirdikten sonra milleti kan deryasında boğmaya başlamışlardı.

İttihatçıların hürriyet teraneleri birçok şâir ve edip tarafından desteklenmişti. Hattâ büyük halk kitleleri arasında da revaç bulmasından kısa bir müddet sonra hürriyet perestlerin pişmanlığı ve istibdat(baskı) devri dedikleri o 33 yıllık huzur devrini mumla aramaya başlamaları ibret vericidir.

İipek böceği ve insan

İipek böceği ve insan


Ebû Tâlib el-Mekkî (r.a.) Kûtü'l-Kulûb isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

"Bazı hikmet sahipleri, insanoğlunu ipek böceğine benzetmişlerdir. İpek böceği, çıkış yeri kalmayıncaya kadar ipeği kendi üzerine örer durur. Dokumayı tamamlayınca çıkmak ister, ancak dokuduğuna zarar vermesin diye öldürülür, ipeği başkasına kalır.

İpek böceğinin hali; ailesi ve malı yolunda ömrünü tüketipte malları varislerine kalan cahil kazanç sahiplerininin haline benzer. Eğer vârisleri malı Allah'a itaatte ve hayır yolunda harcarlarsa malın hayrı onlara, hesabı ise kendisine âit olur. Eğer onunla Allah'a isyanda bulunurlarsa günahta onlara ortak olur. Hangisi daha zararlıdır; insanın ömrünü başkası için harcaması mı yoksa malının sevabını başkasının mîzânında görmesi mi?"

Gemilerin Karadan Yürütülmesi Bir Efsane Mi?

Gemilerin Karadan Yürütülmesi Bir Efsane Mi?

21-22 Nisan 1453 gecesi, Dolmabahçe Kumbaracı yokuşunu takip ederek, Aşmalı Mescid'den, Tepebaşı yoluyla Kasımpaşa'ya ormanlık ve toprak yollar temizlenerek bir yol açıldı. Yola, çam ve diğer ağaç kalaslar döşendi ve üzerlerine iç yağı, zeytinyağı sürülerek kaygan hale getirildi. Donanma, binlerce nefer ve yük hayvanları ile çekilerek bir gecede Haliç'e indirildi.

Gemilerin karadan yürütülmesi; fetih esnasında şehirde olan Bizans tarihçisi Dukas, Dursun Bey ve Venedikli Barbonun tarihlerinde de yazılmış olup; ayrıca Âşıkpaşazâde. Mehmed Neşrî. Tâcizâde Cafer Çelebi, Müneccimbaşı, Nişancı Mehmed Paşa. İbn-i Kemâl Paşa gibi tarihçiler de ittifakla bildirmişlerdir.

Osmanlı, İslam alimi kılığına giren hainleri idam etmişti

Osmanlı, İslam alimi kılığına giren hainleri idam etmişti

İranlı Molla Kâbız, Kanunî zamanında İstanbul'a gelip "Hz. İsa bütün peygamberlerden ve hattâ Peygamberimizden bile üstündür!" gibi sapık fikirlerle Müslümanların itikâdlarını bozmaya çalışıyor, bazı âyet ve hadisleri kendi kasır görüşü ile te'vil ve tefsir ederek, Müslümanlığı kabul etmiş görünerek Hıristiyanlığı ondan üstün göstermeye çalışıyordu.

O zaman İslâm hilâfetinin merkezi ve İslâmiyet'in muhafızı bir Sünnî Müslüman devletinin payitahtında(başketinde) böyle bir mugalatanın ortaya atılması, memleketin mâneviyyâtını sarsacak bir tehlike idi.

Dua için bazı faziletli vakitler

Dua için bazı faziletli vakitler

Müslüman, hiçbir gün ve geceyi duâsız geçirmemeli dua için en faziletli vakitleri, saatleri gözetmelidir.

Cuma günü birinci ezanın okunduğu vakit ve cuma günü güneş batmak üzereyken, hatibin minberde oturduğu vakit, ezanla kamet arasında, namaza durulacağı vakit, çarşamba günü öğle ile ikindi arası, her gün zeval vakti, seher vakti, cuma günü ve gecesi, receb ayının ilk gecesi, şaban ayının on beşinci, yani berât gecesi, kadir gecesi, arefe günü, bayram geceleri dua için en fazîletli vakitlerdir.

İftar anında ve kalbin yumuşadığı zaman duâ etmeyi ganimet bilmelidir. Çünkü kalbin yumuşaması Allah'ın bir rahmetidir.

Toprak mahsüllerinin de zekatı vardır; ÖŞÜR FARZDIR

Toprak mahsüllerinin de zekatı vardır; ÖŞÜR FARZDIR


Öşür arazisinden çıkan mahsûlün zekâtına, -onda bir (1/10) demek olan- Öşür denilmiştir.

Öşür; âyet. hadîs ve icmâ(alimlerin ittifakı) ile farzdır. Âyet-i kerîmenin meali:

"Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın ve arzdan sizin için çıkardıklarımızın temiz (helâl)lerinden infâk edin (zekât ve öşür verin). Gözünüzü yummadan (sıkılmadan) alıcısı olmadığınız şeylerin fenasını vermeye yeltenmeyin. Ve bilin ki Allah Ganî ve Hamîd'dir." (Bakara sûresi, âyet 267)

Hadîs-i şerîfte;

Mal, ancak zekâtın verilmemesi sebebiyle telef olur

Mal, ancak zekâtın verilmemesi sebebiyle telef olur


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

'Sadaka veya zekât mala karışırsa (yani verilmezse) muhakkak o malı ifsâd eder, bozar.'

Bu hadîs-i şeriften iki mânâ antlaşılır:
Birincisi, bir malın sadakası verilmez ve içinde bırakılırsa o sadaka malı helak eder, malın telefine sebep olur. Şu hadîs-i şerîfde bu mânâya şehâdet eder:

Arş'ın gölgesindeki yedi sınıf kimse

Arş'ın gölgesindeki yedi sınıf kimse

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

Yedi sınıf kimse vardır ki, Allâhü Teâlâ kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı bir günde o kimseleri arşının gölgesinde gölgelendirecektir.

1- Adaletli idareci,
2- Allah'a ibâdet içinde büyüyen genç,
3- Kimsenin olmadığı bir yerde Allah'ı zikredip, Allah korkusundan gözyaşı akıtan kimse,
4- Kalbi mescitlere bağlı olan kimse,
5- Bir sadaka verip onu gizleyen ve sağ elinin yaptığından sol elinin haberi olmayan kimse.
6- Birbirlerini Allah için seven iki kimse,
7- Güzel bir kadın kendisini davet ettiği zaman yüz çevirip 'ben Allâhü Teâlâ'dan korkarım' diyen kimse.

Alışverişlerinde hile yapanların vay haline !

Alışverişlerinde hile yapanların vay haline !

Yiyecek maddelerinde ihtikâr (karaborsacılık) yapan kişi lanetlenmiştir. Satılan maldaki kusurları gizlemek ve tartıda âdil olmamak ihtikâr gibidir. Çünkü bunda hıyanet vardır. Âyet-i kerîmede (meâlen) şöyle buyurulmuştur:

"Alışverişlerinde hile yapanların vay haline!" (Mutaffifîn Sûresi, âyet 1)

Bir kimsenin satın almayı düşünmediği bir şeye müşteri olması caiz değildir.

Malın satılmasını teşvik için mala değerinden yüksek bir fiyat istemek de caiz olmaz.

Alışveriş muamelelerinde İhsanda bulunmak gerekir. Sattığı şeyi, ğabn-ı fahişle (fahiş fiyatla) satmamak, alırken ve satarken kolaylık göstermek mendubtur.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Satarken kolaylık gösterene, alırken kolaylık gösterene, hüküm verirken kolaylık gösterene, hakkında verilen hükme razı olup kolaylık gösterene Allahü Teâlâ rahmet eylesin."

Kim Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin duasını ganîmet bilirse, dünyâ ve âhirette kârlı olur. Bütün işlerinde dînin gösterdiği hudutlara riâyet edenler Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) duasının bereketinden istifâde ederler. Dünyâ ve âhirette kârlı olurlar. Riâyet etmeyenler başlangıçta saman alevi gibi bir parlamadan sonra dünyâda da âhirette de zarar ederler.

Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdular:

İstanbul'un fethine manevi ricâlin yardımı

İstanbul'un fethine manevi ricâlin yardımı

Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiye'nin on sekizinci halkası, Ubeydullâh-ı Ahrâr Hazretleri'nin torunu Hâce Muhammed Kasım anlatıyor; "Ubeydullâh-ı Ahrâr (k.s.) Hazretleri bir gün, öğleden sonra, aniden atının hazırlanmasını istedi ve süratle Semerkand'dan çıktı. Talebelerinden bir kısmı da onu takip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra, atını Semerkand'ın dışındaki Abbas Sahrasına doğru hızla sürdü. Bir müddet daha onu takip eden talebesi Mevlânâ Şeyh, gördüklerini şöyle anlattı: "Hâce Ubeydullâh-ı Ahrâr Hazretleri ile sahraya vardığımızda, önce bir müddet atını sağa sola sürdükten sonra birdenbire gözden kayboldu."

Ubeydullâh-ı Ahrâr Hazretleri daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sordular. O da "Türk sultanı Muhammed Han. kâfirlerle harp ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardıma gittim. Allâhü Teâlâ'nın izniyle galip geldi, zafer kazanıldı." buyurdu.

Mü'min iki defa aldanmaz

Mü'min iki defa aldanmaz


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Uhud Harbi'nin ertesi günü müslümanların hâlâ kuvvetli olduğunu bildirmek için Uhud askeri ile çıktığı Hamrâü'l-Esed gazasından Medîne-i Münevvere'ye dönerken yolda Ebû Azze Amr bin Ubeydullah ı gördü. Ebû Azze, Hamrâu'l-Esed denilen yerde geri kalmış, müşrikler onu uykudayken bırakıp gitmişlerdi.

Ebû Azze, Bedir Günü esir edilmiş. Resûlullâh (s.a.v.)'e çok fakir ve ailesinin kalabalık olduğundan şikâyette bulununca fidyesiz olarak serbest bırakılmıştı.

Sultan Vahdettin'in vefatı

Sultan Vahdettin'in vefatı


Mehmed Vahîdüddîn Han, Osmanlı Devleti'nin en buhranlı bir zamanında sultan oldu. Devleti ayakta tutma mücâdelesi vermiş ve Anadolu'da yeniden bir direniş meydana getirmeye muvaftak olmuştu.

İthamlara verdiği bir cevabında:

"Ben devlet ve memleketime hizmet etmek ümidinde bulunmasaydım Çengelköyü'nde rahat rahat otururken bu büyük yükün altına girmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma pâdişâh diye yazdırmak hevesinde değilim. "Eğer, âkılâne (akıllıca), bî-garazâne (garazsız) ve bî-tarafâne (tarafsız) devleti idare edecek bir halefim olsaydı ömrümün son zamanında bu büyük yükü vallahi, billahi ve tallahi kabul etmezdim. Saltanat tahtı ile teneşir arasında ne kadar mesafe olduğunu bilirim. Bir tarafta taht, diğer tarafta tabut durur." demiştir.

Dövme yaptırmak caiz değildir, günahtır/ haramdır..

Dövme yaptırmak caiz değildir, günahtır/ haramdır..

Hz. Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (asm) şöyle buyurdular:

"İğreti saç(peruk) takana da, taktırana da, bedene dövme yapana da, yaptırana da Allah lânet etsin!" (Buhârî, Müslim)

Hadis-i Şerif’ten açıkça anlaşıldığı üzere dövme yaptırmak kesinlikle haramdır. Çünkü dövme vücuttaki tabîiliği/doğallığı bozar.

Dövme, vücudun belli yerlerine mesela elin sırtına, bileğe, pazuya, yüz veya dudağa kalıcı şekilde işlenen nakışlara denir. Deriye iğne veya çuvaldız gibi sivri bir şey kan akıtacak kadar batırılır. Deri altındaki boşluğa mürekkep kına vs. basılır. Deri altında bunlar kuruyunca bir daha çıkmayacak renkli lekeler bırakır.

Osmanlı Devleti'nin ABD'yi tanıması

Osmanlı Devleti'nin ABD'yi tanıması

Amerika Birleşik Devletleri açık denizlerde ticâret yapmaya başlamış ve Osmanlı devletinin hududuna kadar gelmişti. Amerika ile ilk münâsebetler, siyâsî olmaktan çok ticarîdir. Başlangıçta, Cezayir, Tunus ve Trablusgarp gibi Osmanlı idaresinde bulunan yerlerde ticâret yapan Amerika Birleşik Devletleri, Akdeniz kıyılarının yaklaşık dörtte üçünü elinde bulunduran Osmanlı Devleti ile yakınlık kurmaya çalışıyordu.

İnsaflı batılıların İslam hayranlığı



"Kur'ân-ı Kerîm; yalnız İslâm dîninin kalbî ve ruhanî âleme âit bir rehberi değil, aynı zamanda her ilmin bir hulâsası(özeti) ve bizim şu fânî dünyâmız için kânunlar mecmuası teşkil eden bîr siyâset vesikasıdır."
(Amerika Princeton Ünv. Prof. Philip K. Hitti, 1950)


"Hristiyanlar âlim olunca Hristiyanlıkla alâkaları kesilir. Müslümanlar da câhil olunca İslâmiyetle alâkaları kesilir." (Charles Mismer, Fransız müellif, 1870)


"Hiçbir tercüme şâyân-ı hayret bir üslûbu olan Kur'ân-ı Kerimin zarif inceliklerini ifade edemez. Onun kuvvet ve kudretiyle güzelliğini ve aynı zamanda şekil asaletini takdir edebilmek için asıl metnini dinlemek lâzımdır."
(Jacques C. Risler, Paris İslam Enstitüsü Profesörlerinden, 1955}

Kendi ağzından Mimar Sinan

Kendi ağzından Mimar Sinan


"Padişahı'nın aciz duacısı Abdülmennan oğlu Sinan,Devlet-i Osmaniye'de dört padişaha hizmet ile müşerref olup sanatım ve hizmetimle müslümanlara faideli nice eserler kılmak nasib oldu.Dört padişahın ilki Arab ve Acem fatihi Yavuz Sultan Selim Han Hazretleridir.

Bu hakir, Sultan Selim Han'ın Kayseri Sancağı'ndan devşirilen kullarının evveli olmuştum. Acemi ocağında dülgerlik ile üstad hizmetinde sebat edip, hizmet gözledim. Arab ve Acem memleketlerinde uğradığımız her köşk kubbesinden ve harabelerden bir misal hasıl edip, yine İstanbul'a dönerek zamanın âyânına hizmetle meşgul olup, kapuya çıktım.

Müsafire ikram

Müsafire ikram

Müslümanların birbirine ikram etmeleri ve yardımlaşmaları dînî bir vazifedir. Allâhü Teâlâ (meâlen):

"Ve Allah'a ibâdet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve anaya, babaya ve (kardeşler, amcalar gibi) yakınınız olan kimseye de iyilik edin. Yetimlere ve yoksullara ve yakın komşuya ve uzak komşuya ve yanınızdaki arkadaşa ve yolcu olana ve kölelerinize de (iyi davranın). Şüphe yok ki Allâhü Teâlâ kibirli ve başkasına karşı övünen kimseyi sevmez.'' (Nisa Sû¬resi, âyet 36) buyurmuştur.

Müsâtir kabul etmek, ikramda bulunmak İslâm'ın âdabından, peygamberlerin ve sâlihlerin ahlâkındandır. Müsâfire düşen yapılan ikramları reddetmemektir. Çünkü ikramı geri çevirmek Müslüman'ın hakkını hafife almak ve basit görmektir.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

Başkasını sana söyleyen, seni de başkasına söyler

Başkasını sana söyleyen, seni de başkasına söyler


Müslüman koğuculuk yapmaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Koğuculuk yapan cennete giremez." buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.);

"Allâhü Teâlâ, iki kişi arasında koğuculuk için yürüyene kabrinde onu kıyamete kadar yakacak bir ateş musallat eder." buyurmuşlardır.

Hasan-ı Basrî (r.h.) Hazretleri buyurdu ki:

Fâsık Ne Demektir?

Fâsık Ne Demektir?


Sual: Fasık ne demektir? Fasıkla ilgili hükümler hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP
Açıktan günah işleyene fasık denir. Mesela namaz kılmayan, içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, hanımını, kızını açık gezdiren fasıktır. İşlediği günaha da fısk denir. Küçük günaha devam eden de fasık olur.

Fasıklar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Fasık övülünce, Rabbimiz gadaba gelir.) [Beyheki]

(Dinin afeti üçtür: Fasık âlim, zalim idareci, cahil sofu.) [Deylemi]

(Fıskı aşikâre olan fasıka lanet olsun.) [Deylemi]

(Fıskını ilan eden fasık, hürmeti kaybetmiştir.) [Deylemi]

Bir kadın, üç günlük sefere (90 km.' ye), ancak kocası ile, fasık olmayan ebedi mahrem akrabası ile veya [ihtiyaç halinde] mürahık erkek çocuğu ile gidebilir. Fasık olan mahremi ile sefere çıkamaz.

Gıybet (dedikodu) altı yerde günah olmaz

Gıybet (dedikodu) altı yerde günah olmaz


1 - Müslümanları bir şerden/kötülükten sakındırmak için:

Dinini öğrenmeye çalışan birinin bid'at ehline(dine hurafe katanlara) ve fasıklara (gizleme gereği görmeden açıkca günah işleyenlere) gittiğini görürsen ve onların bid'atlerinin ona sirayet etmesinden de korkarsan, onların fâsıklığını ve bid'atini anlatmak gıybet değildir. Ancak bunları anlatması, hased/çekememezlik gibi başka bir sebepten olmamalıdır.

2- Mazlumun, kendi hakkını alabilmek için hâkime, sultanın (idarecinin) zulmünü anlatması gıybet değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Hak sahibinin konuşma hakkı vardır." buyurmuşlardır.

Yetimleri Gözetmek

Yetimleri Gözetmek


Peygamberimizin yetim çocuklara apayrı bir şefkati vardı. Onlara çok müşfik/şefkatli davranırdı. Kendisi de yetim olarak büyüdüğü için, yetimliğin ne kadar acı ve zor olduğunu biliyordu. Yetimlere olan merhametinden dolayı, devamlı olarak onları korur, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını arardı.

Ebû Cehil, bir yetimin vasisiydi. Çocuğun bütün malı yanındaydı, fakat ona koklatmıyordu.

Bir gün çocuk aç ve çıplak olarak geldi, malından birşey istedi. Ebû Cehil, azarlayarak yanından kovdu. Sonra da Kureyş'in ileri gelenleri çocukla alay ederek, "Muhammed'e git de, sana yardımcı olsun" dediler.

Onların bu kötü niyetini anlamayan saf ve masum çocuk doğruca Peygamberimize gitti. Halini arz etti. Peygamberimiz çocuğu yanına alarak Ebû Cehil'in
bulunduğu yere geldi. Yetimin hakkını vermesini söyledi. Peygamberimizi karşısında gören Ebû Cehil hiç itiraz etmeden yetimin malım iade etti.

Ebû Cehil'in bu uysallığını gören müşrikler, "Sen de sapıttın, Muhammed gibi çocuklaştın" diye onu küçümsediler.

Ebû Cehil tuhaf bir haldeydi. Onlara şöyle dedi:

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...