24 Ekim 2011 Pazartesi

Hitler Yahudi miydi?

Hitler Yahudi miydi?


Tam altı milyon Yahudi'yi gaz odalarında yaktığı iddia edilen Hitler aslında bir Yahudi miydi? O tarihlerde Yahudilere bu denli sıkıntı çıkartması İsrail devleti'nin ilan edilmesinin önündeki en büyük engellerden birinin çözülmesine hizmet edecek ve Almanya'daki Yahudiler zorunlu olarak İsrail'e mi gideceklerdi? Böylece İsrail'de yeterince Yahudi nüfusu sağlanmış mı olacaktı?

O tarihlerde değil sadece Almanya, bütün Avrupa'da toplam Yahudi nüfusu altı milyon eder miydi? Bugün bile dünya çapındaki toplam nüfusları yirmi milyonu bulmuyor? Altı milyon Yahudi'nin meydana çıkacak külleri hiç tartışmasız bir dağ olurdu. Peki nerede bu küller? Yada daha sonra film çekimi için hazırlanmış olan o gaz odaları, gerçekten Yahudileri yakmış olsa bile hesaba vurun altı milyon kişi o kapasite ile kaç senede yakılabilir?

Bu konuları da zamanla işleyeceğiz ama konumuza dönelim. Hitler Yahudi miydi? Herşey aynı bugün de benzerleri oynandığı gibi bir tiyatro muydu? İsrail'e karşı düşmanlık sergileyen ülkeler ve liderler samimi olmayabilir mi?

Aşağıdaki satırları "Öteki Hitler" adlı kitaptan alıntılıyoruz. Kitap, II. Dünya Savaşı sırasında ABD gizli servislerinin (Stratejik Hizmetler Dairesi) bir psikanaliz uzmanlar grubuna hazırlattığı rapordan sayfalarla oluşuyor.

Hitler'in savaş boyunca hangi durum karşısında nasıl kararlar alabileceğini daha iyi kestirebilmek için onu daha yakından, aile bağları, geçmişi, yaşadıkları ve bunların psikolojisine etkileri konusunda araştırmışlar...

Alıntılayalım;

Varlık Vergisi ile Türkiye'deki Yahudileri İsrail'e kovdular


Varlık Vergisi ile Türkiye'deki Yahudileri İsrail'e kovdular



O tarihlerde dünyanın hemen her bölgesindeki Yahudilerin huzurları, düzenleri bozulmuş ve İlan edilecek İsrail'e göç etmekten başka çareleri kalmamıştı....

___

Adı Varlık Vergisi...
Resmi tarihe bakarsanız 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı kanunla konulan olağanüstü servet vergisinin adıdır.
Ve, devletimizin ağır ikinci dünya savaşı şartlarında uygulamak zorunda olduğu bir vergidir.

Zamanın başbakanı artık ABD ajanı olduğu açıkca ifade edilip ispat edilen Şükrü Saraçoğlu'dur. Saraçoğlu'nun bu vergi için gerekçeleri şunlardır;

"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz."

"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır."

Görünüşte ne hoş değil mi? Gayet milliyetçi, gayet vatansever bir hareket tarzı gibi...

Yasanın çıkarıldığı 1942 yazı boyunca İstanbul gazetelerinde hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ve ihtikârla ilgili haber ve yazılar ön plana çıkarıldı. Hemen her gün ve her gazetede "karaborsacı Yahudi" tiplemesini içeren karikatürler yayınlandı.

Belalar Günahlara Kefarettir

Belalar Günahlara Kefarettir



Bir Mü'minin dünyâda musibet ve belâya uğraması, bir kötülüğün uzaklaştırılması için veya günahlarının keffâreti veya derecesinin yükseltilmesi içindir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: 

"Allâhü Teâlâ buyurur ki: Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak suretiyle imtihana tâbi tuttuğumda, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm."

Şu hadîs-i şerifler hastalıkların kulun günahlarına keffâret olduğunu İfâde etmektedir:

"Müslümana fenalık, hastalık, keder, hüzün, ezâ, iç sıkıntısı arız olsa, hattâ vücûduna bir diken batsa, şüphesiz Allâhü Teâlâ musibetlerden birisi sebebiyle o müslümanın suçlarını ve günahlarını örter, bastırır." 

"Kendisine hastalık isabet eden hiçbir Müslüman yoktur ki, Allâhü Teâlâ onun hatalarını ve günahlarını, ağacın yaprakları döküldüğü gibi dökmesin."

Bela ve Musibetler Karşısında Dua ve Niyazlar

Bela ve Musibetler Karşısında Dua ve Niyazlar



İmâm Gazâlî kuddise sırruh hazretleri anlatıyor:

"Küfe ve Basra'da büyük bir taun/veba hastalığı zuhur etti/meydana çıktı. Küfe şehrinin ileri gelenlerinden Abdullah bin Hasan ve Ebu'l-Münzir, Hz. Ali (r.a)’nin yanına geldiler.
— Musallat olan hastalık yüzünden insanlar kırılıp geçiyor,cenazeleri defnetmekle meşgul olanlar kâfi/yeterli gelmiyor... Hatta vahşî hayvanlara yem olanlar var! Bize bir çare göster, himmet elini uzat, dediler.

Hazret-i Ali kerramellâhü vecheh,

 Böyle âfet ve felâketlerde Resûlüllah (s.a.v.)'tan rivayet edilen dualar var. Onları okumuyor musunuz? diye sordu.
— Tazzarrû ve niyaz hâlinde onları okuyoruz. Ama netice yok, dediler. O,
— Acaba ihlâssız mı okuyorsunuz, yoksa başka bir kusurunuz mu var? dedi.
 Belki hâlis niyetle okumuyoruz, dediler. Sonra da,
— 'Yâ Emîre'l-Mü'minîn, şu sıkıntılı hâlimizde bize bir rehberlik yap da, İsm-i A'zam'ı ta'lim buyur diye yalvardılar.Hz. Ali (r.a.) de onlara, Cünnetü'l-Esmâ ile birlikte bazı âyetleri yazıp verdi."

(Mecmûatü'l-Ahzâb, Şâzeli cildi, Cünnetü'l-Esmâ kısmından hulasaten/özetle)


Cünnetü'l-Esmâ, Esmâ-i Hüsnâ'dan(Allah'ın doksan dokuz isminden) altısının bir arada okunmasıdır.
Bunlar, "Ferdün, Hayyün, Kayyûmün, Hakemün, Adlün, Kuddüsün" isimleridir.

TSK’da, yirmi yıldır, bin tane Ermeni ajanı, çeşitli kademelerde görev yapıyor!

TSK’da, yirmi yıldır, bin tane Ermeni ajanı, çeşitli kademelerde görev yapıyor!

Star Gazetesi Yazarı Aziz Üstel, dün “Heron’ları Gürbüz Çocuklar Ordusu mu düşürdü?” başlıklı çok ama çok kritik bilgiler içeren bir yazı yazdı:

Üstel, PKK’lılara “adamımız” diyen, Heronların PKK’lılara çok kayıp verdirdiğini, bu nedenle ya düşürülmesi ya da geri çekilmesini isteyen, bir üsteğmen, bir yarbay ve bir amiral arasında geçen konuşmayı ele aldı.

Üstel’e göre Ordu içindeki bu hainlikle, “Gürbüz Çocuklar”ın ilgisi var. O gürbüz çocuklar ise, Ordu içindeki Ermeniler.

İşte Üstel’in yazılamayanı yazdığı o yazısının ilgili bölümü:

20 Ekim 2011 Perşembe

17 Ağustos 1999 depremini 1997'de konu edinen ABD filmi

17 Ağustos 1999 depremini 1997'de konu edinen ABD filmi

İster inanın ister inanmayın, bundan 2,5 ay önce, "Gerçek değil, hayal" başlıklı Kulis'i yazarken olayın bu boyutlara varacağını hiç hesap etmemiştim. Dikkatimi çeken bir filme işarette bulunmuştum o yazıda; Bili Clinton'un Türkiye'ye gelişi, filmin konusu ve deprem olayları arasında irtibat kurmuştum... Sonunda, o yazıda 'hayal' diye kaydettiğim gelişmelerin hemen hepsi fazlasıyla gerçekleşti. Üstelik Clinton da beklendiğinden bir gün önce (dün) ülkemize geldi... Sanki komplolara meydan okuyor Clinton...


O yazıma esas teşkil eden filmin adı "Komplo Teorisi"; başrolde ünlü sanatçılar Mel Gibson ve Julia Roberts oynadığı için dünyanın her tarafında milyonlarca sinemasever tarafından izlendi film. Üşütük görüntüsü veren bir taksi şoförü, adalet bakanlığında çalışan bir genç kadınla ilgileniyor. Genç kadın da şoförü ciddiye almıyor önceleri, ancak birbiri ardına meydana gelen olaylar kadının gözünü açıyor, izleyiciler olarak bizim zihnimiz karışıyor film boyunca, karşımıza çıkan olayların hangisi gerçek, hangisi 'komplo' ayırt
edemez oluyoruz....

Mel Gibson'un canlandırdığı üşütük görüntüsü veren taksi şoförünün filmdeki adı Jerry Flecher... Adam şoförden öte bir şey; "Komplo Teorisi" adıyla sadece sınırlı sayıdaki abonelerine gönderdiği haftalık bir haber bülteni de çıkartıyor... Bültenin son sayısında birkaç senaryoya yer veriyor Flecher; bunlardan en önemlisi, NASA'nın, ödeneklerini kesen ABD başkanının hayatına kast eden bir komployu sahneye koyacağını tahmin etmesi... Flecher gazetelerde öylesine yayımlanan birkaç masum haber arasında irtibat kuruyor ve NASA'nın uzaya gönderdiği bir araçtan yeryüzünü harekete geçireceğini, depreme sebep olacağını tahmin ediyor... Jerry, Avrupa gezisi sırasında ziyaret edeceği Türkiye'de, NASA'nın yapay hareketlendirmesiyle meydana gelecek yer sarsıntısında, ABD başkanının hayatını kaybedeceğini de öngörüyor... 

Bildikleri halde inkar edenler; Yahudiler...

Bildikleri halde inkar edenler; Yahudiler...



Yahûdîler ellerinde bulunan ve "Sizi âhir zaman peygamberi kurtaracaktır" diyen Tevrat'ı, Allah'ın Hz. Musa'ya indirdiği kitaptır diye tasdik eden Kur'ân-ı Kerîm geldiği zaman onu inkâra kalkıştılar. Halbuki Yahûdîler bundan önce müşriklere bunun geleceğinden bahsediyorlar ve bu sayede onlara karşı fütuhat talebinde bulunuyorlardı:
"İlâhî! Tevrat'ta vasıflarını bulduğumuz âhir zaman peygamberiyle bize nusret İhsan eyle" diye duâ ve yardım talep ediyorlar ve müşriklere: "Bizim söylediğimizi tasdik ederek çıkacak olan peygamberin zamanı geldi, gölgesi bastı, biz onunla beraber sizi Âd ve İrem (kavimleri) gibi katledeceğiz." diyorlardı.

Fakat o bildikleri, insanlık âlemine er geç şeref vereceğine inandıkları, o yüce Peygamber ve o Kitâb-ı Kerîm gelip kendilerini İslâm dînine davet edince, sırf hasetlerinden ve makamlarını kaybedecekleri endişesinden dolayı onu inkâr ettiler. O yüce Peygamberi ve O'na inen Kur'ân-ı Kerîm'i inkâra cür'et gösterdiler. Allâhü Teâlâ'nın laneti bütün kâfirler üzerinedir. Artık o münkirler de bu lanetten kendilerini kurtaramayacaklarını düşünsünler.

(Bakara Sûresi, âyet 89'un tefsirinden)

İBN-İ BATÛTA'NIN KALEMİNDEN İBNİ TEYMİYE


İBN-İ BATÛTA'NIN KALEMİNDEN İBNİ TEYMİYE



Asıl adı Muhammed bin İbrahim Et-Tancî olan bu zât, ortaçağın meşhur Müslüman seyyahıdır. İbn-i Batûta lakabıyla tanınmaktadır. M. 1304'te Fas'ın Tanca şehrinde dünyâya gelmiştir. İbn-i Batûta, bütün İslâm ülkelerini gezdi. Târihî, coğrafî ve içtimaî/sosyal tetkiklerde bulundu. Tanca'ya döndüğünde sultanın emriyle, notlarını, 'Rihhe: Seyahatname' isimli eserinde toplandı, ibn-i Batûta, seyahatnamesini yazdıktan bir süre sonra 1369 senesinde memleketi Tanca'da vefat etmiştir.

İbn-i Batûta seyahatnamesinde, İbn-i Teymiye'yi şöyle anlatıyor: Dımaşk'ta (Şam) Hanbelî fakîhlerinden İbn-i Teymiye'nin -ilim ve fende söz sahibi ise de- aklında biraz noksanlık vardı. Dımaşklılar kendisine çok hürmet gösterirlerdi. Bir kere söylediği bir sözü fakîhler, dîne aykırı bularak, Melik'e haber verdiler. Melik Nasır, İbn-i Teymiye'nin Kâhire'ye getirilmesini emretti. Kadılar ve fakîhler sultanın huzurunda toplandı. Şerefeddin Zevâî-i Mâliki; İbn-i Teymiye'nin sözleri hakkında ileri sürülen itiraz ve delilleri başkâdıya arz etti. Başkâdının İbn-i Teymiye'ye "Ne dersiniz?" demesine karşılık o da "Lâilâhe illallah" dedi. İthamlara cevap vermeyince Melik Nâsır'ın emriyle hapse atıldı. Sonraları annesinin Melik Nâsır'a müracaatı üzerine serbest bırakıldı.

ABD Ordusu HAARP projesi ile oynarken kontrolü kaçırır ve dünyanın bir çok doğal dengesi bozulmaya başlar...

the core- çekirdek filmi - haarp - yapay deprem


Bu film HAARP teknolojisinin anlaşılabilmesi için mutlaka izlenilmesi gereken bir film...
Amerikan Ordusu HAARP projesi kapsamında yaptığı deneylerde ipin ucunu kaçırır. Beklenmedik gelişmeler yaşanmaya başlar. Kalp pili kullanan pek çok insan aynı gün ölür. Dünyanın doğal manyetik alanı bozulur ve bunun sonucu olarak yönlerini dünyanın doğal manyetik alanı sayesinde bulan kuşlar her yerlere çarpmaya başlar.
İş daha da ileriye gider, atmosferin düzeni bozulur. Güneş ışınları normalin çok üzerinde, kırılmadan dünyaya ulaşır ve aşırı sıcaklar felaketlere sebep olur. En kötüsü de dünyanın merkezindeki çekirdek mağma tabakası durmak üzeredir.
Artık sivil bilim adamlarından destek almak ve her şeyi itiraf etmek Amerikan ordusu için zorunlu olmuştur.

İZLEMEK İÇİN;
http://www.vizyoncu.com/kor-the-core-izle

ABD ORDUSUNUN İYONOSFERİ DEĞİŞTİRME PLANI

ABD ORDUSUNUN İYONOSFERİ DEĞİŞTİRME PLANI


CLARE Zickuhr, "NO HAARP" kampanyasının lideri, ARGO çalışanı ve Anchorage temelli amatör radyo operatörüdür. Gar Smith ise Earth Island Journal'in editörüdür. Zickhur ve Gar Smith'in HAARP projesiyle ilgili görüşlerini dikkatlerinize sunuyorum: 

"Şu anda Alaska, Gakona yakınlarında izole edilmiş Hava Kuvvetleri faaliyet alanında yapılanma altında olan Pentagon'un sırlarla dolu HAARP projesi, dünyanın en güçlü İyonosferik ısıtıcısını yaratmak için ilk adımı attı. Bilim adamları, çevreciler ve oranın yerlileri, dünyanın iyonosferine l gigawatt'tan (l milyar watt) fazla radyasyonlu güç verme kabiliyeti olan HAARP projesi vericilerinin, insanlara vereceği zarar, doğal hayata karşı oluşacak olan tehdit ve etkisi hemen ortaya çıkmayan çevresel etkileri daha da tırmandıracağı konusu ile ilgileniyorlar.

Hava Kuvvetleri ve Donanmanın katkılarıyla Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Işınlan Araştırma Projesi (HAARP), E'KCEDE, RED AIR ve CHARGE IV kod adlı aktif İyonosferik deneyler gibi, Savunma Dairesinin (DOD) az bilinen son serilerinden biridir.

DOD bakış açısıyla, HAARP iç yazışmaları 'çalışmanın en heyecan verici ve meydan okuyucu' bölümünün askeri amaçlar için İyonosferik işlemleri kontrol etmek olduğunu belirtir. Bu belgelere göre HAARP'ı destekleyen bilim adamları, sistemin 2.8-10 MHz'lik ışınını kullanarak iyonosferde delik açmak ve gökyüzünde geniş çaplı, şu an mümkün olduğundan daha. yüksek irtifalara odaklama yapabilecek elektromanyetik enerji kullanan 'suni bir lens yaratmayı' tasarlıyorlar. Isıtılacak minimum alanın çapı 50 km (31 mil) olacak.

İlk olarak 26 milyon $ yatırım yapılan 320 kw'lık HAARP projesi, 360 adet, 72 fit uzunluğunda, dört acreye kadar iyonosfere ulaşabilen, etkili ışımaya sahip, hedefe yönelik elektromanyetik enerji yönetir.

Dünyanın iyonosferi, gezegenin yüzeyinin 35 ila 500 mil üzerinde uzanan negatif ve pozitif yüklü (ektron ve iyon) partikül katmanından oluşmuştur. Projenin bir sonraki basamağı, HAARP'ı dünyanın en güçlü vericisi yapacak şekilde l .7 gigawatt'a (1.7 milyar watt) yükseltmektir. Projenin adının baş harfleri onun, dünyanın Aurora'sıyla ilgili deneyler
yapağını ima etse de, HAARP'ın halka açık belgeleri bu konudan hiç bahsetmez. Herhangi bir projenin yandaşları, genel olarak onu en büyük bilimsel çalışma olarak gösterme eğiliminde olsalar da HAARP, bu konuda inanılmaz derecede düşük profilde kalmıştır. Hatta Alaskalılar ve ülkenin diğer insanları da neredeyse bu proje hakkında pek birşey bilmiyorlar.

Hazır Yapım Deprem İster misiniz?

Hazır Yapım Deprem İster misiniz?



.... 
Gelin şimdi de jeofiziksel manipülasyonlar sahasında  nelerin yapıldığına ve halen de yapılmakta olduğuna bir göz atalım. Buradaki ana ilgi noktamız iktidar sahiplerinin başlıca ilgi sahasına giren, insan yapımı depremler...

Bu ilgimiz, kuşkusuz depremlerin böylesine etkin olmasından ve kitleleri kontrol etme amacıyla kullanımındaki dramatik etkisinden ötürü. Çoğu insan elbette insanların bu tür şeyler yapabildiklerine ya da yapmak isteyeceklerine hiç inanmayabilir. Açıkçası bu bizi pek ilgilendirmiyor. Dolayısıyla bir deprem olduğunda çok az kişinin aklına şöyle bir soru gelir;
"Bu doğal bir deprem miydi, yoksa yapay mıydı?" Açıkça söylemek gerekirse Gölcük depreminden sonra ben bu soruyu soranlardandım. Kısa süre sonra da yalnız olmadığımı gördüm. Türk basınının en saygın isimleri farklı üslûplarla bu soruyu sormaktan kendilerini alamadılar. Taha Kıvanç, Can Ataklı, Sedat Sertoğlu ve Hulki Cevizoğlu şüphelerini köşelerine aktaran önemli isimlerdi.

Aslında içinde bulunduğumuz zamanda, yer değişiklikleri açısından her geçen gün giderek artan aktivite seviyesinde yaşanan artıştan, hangisinin gerçek-hangisinin suni olduğunu da bilmek de giderek zorlaşıyor. Kimi bölgelerde yer adeta sürekli sallanıyor! 

Nicola Tesla'nın 1935'deki Kontrollü Depremi, Tesla'ya göre "tekjeodinamikçilerin bir eseriydi". Tesla, "Yerin içinden hemen hemen hiç enerji kaybetmeden geçebilen ritmik titreşimlere neden olabilir ve bu mekanik etkileri karada uzun mesafelere taşıyarak, çeşidi eşsiz etkiler üretebilirdi" diyordu. Senatör Claiborne Pell tarafından yönetilen Senato alt komite oturumunda şöyle söyleniyordu: "Şu anda bir anlaşmaya ihtiyacımız var... Dünyanın askeri liderleri fırtınaları yönetip, iklimleri değiştirmeden ve düşmanlarına karşı depremler oluşturmadan önce..." Senatör Pell, böyle bir teknolojinin varlığı konusunda bilgi sahibi olmadığı için 1975 yılında 'düşmanlar için deprem oluşturma' kelimelerini telaffuz etmemişti.

Ayrıca, 10 Aralık 1976 yılında Birleşmiş Milletler genel toplantısında "Askeri veya herhangi bir çevresel değişim tekniklerinin düşmana yönelik kullanımının yasaklanması"yla ilgili anlaş-masını onayladığı rapor edilmişti. Eğer, deprem oluşturma kabiliyeti dahil olmak üzere, çevresel değişiklik yapabilecek teknoloji olmasaydı, böyle bir rapor yayınlanmak acaba
mümkün olabilir miydi?

Tıpkı Gölcük Depremi Gibi...

HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olur

HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olur



HAARP

Bu harfler, ABD'nin en gizli askeri projelerinden biri olan "High Frequency Active Auroral Research Program" isminin baş harfleri.. Adından görüldüğü gibi yüksek frekansla ilgili bir program bu..

Bu konuyu gündeme getirmemizin nedeni, son zamanlarda bazı ki' silerin İnternet aracılığı ile HAARPprojesini, Yıldız Savaşları filmleri senaryosu türünden senaryolarla Körfez depremine bağlayıp, birbirlerine iletmeye başlamaları.. Hayal gücü oldukça yüksek bir milletiz.. Kendimiz uydurup, sonra da kendimiz inanıyoruz.- "Fısıltı gazetesi" akıl almaz bir
hızla yalan yanlış her şeyi yayıyor.. Bu nedenle konuyla ilgili doğruları bilmekte yarar var..

Bu proje 6 yıldan beri, Alaska'da Gakona askeri üssü yakınlarında, ABD Hava ve Deniz Kuvvetleri'nce gerçekleştiriliyor.. Resmi amacı, iyonosfer'de araştırma yapmak. Bu projenin gerçekleşmesinde üç Amerikan şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri, önemli rol oynadı ve hâlâ oynuyor..
 
Amerikalı askeri yetkililere göre, HAARP şunları gerçekleştirecek:

1. Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek,

2. Deniz altılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,

3. Radar sistemlerini son derece geliştirmek,

4- Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,

5. EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar
incelemek,

6. Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,

7. Cruise füzeleri gibi her türlü saldın silah ve uçağı havada imha etmek.


Gel gelelim, bu projeye karşıt olan Amerikalı bilim adamları da var.. Bunun son derece tehlikeli olduğunu savunuyorlar.. Çünkü, onlara göre, HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olur..

Dünyada neden tuhaf iklim şartları, yağışlar, seller ve tayfunlar oluyor?

Dünyada neden tuhaf iklim şartları, yağışlar, seller ve tayfunlar oluyor?



Hani demiştik ya geçen gün bir yazımızda, "İki tane ABD var, biri Amerika Birleşik Devletleri, diğeri de Avrupa Birleşik Devletleri.."

Ve, demiştik ya "Bunların arasında her alanda kıran kırana bir mücadele var... Bu çarpışmalar, sebep ve sonuçlar Türk kamuoyuna doğru olarak akis ettirilmiyor." diye...

Bakın size tâ 2002 senesinden bir haber;

" Avrupa'daki seller Rusya ve Amerika'nın işi"

"Uzun bir süre ABD'ye girişine izin verilmeyen Rus Liberal Demokrat Partisi'nin Başkanı Vladimir Jirinovski, ABD'de yaptığı açıklamalarla yine gündeme oturdu.

.....

METEOROLOJİ SAVAŞI

Jirnovski "Avrupa'da son bir ayda dinmek bilmeyen yağmurlar Tanrı'nın işi değil. Savaşlardan biri de meteoroloji savaşı. Avrupa'yı rastlantı sonucu sel götürmüyor. Bunlar hep insan eliyle planlanmış iklim savaşlarının sonuçları. Avrupa'daki yağışların arkasında ABD ve Rusya var. Yağmurları bu iki süper güç yağdırıyor. Avrupa para birimi dolara bir sent fark attığı günlerde eski kıtada seller başladı. ABD eski kıtayı gökten suyla dize getiriyor. Meteorolojik savaşta yalnız ABD değil, Rusya da aktif rol oynuyor. Çünkü güçlü bir Avrupa Rusya'nın da çıkarına değil. Bakın göreceksiniz. Avrupa başkentleri politikaları Washington ve Moskova'nın istediği ayara geldiğinde Avrupa'da şiddetli yağışlar bir gün içerisinde kesilecek. Bu sözümü hatırlayın’’ dedi."
24.08.2002
Hürriyet


****


2010 yılından başka bir habere bakalım;

"ABD, Rusya’ya HAARP açtı"

Resmi amacı "İyonesfer" tabakasında inceleme yapmak. Ama asıl amaçları akıllara zarar cinsten. Bakın HAARP neler yapabiliyor..

Resmi amacı "İyonesfer" tabakasında inceleme yapmak. Ama asıl amaçları akıllara zarar cinsten. Bakın HAARP neler yapabiliyor..



HAARP: BİR KIYAMET TEKNOLOJİSİNİN ANATOMİSİ

ASLINDA iyonosferde çalışmalar yapan ve "İyonosferik ısıtıcıları" araştıran sadece Amerikan ordusu değildi. Ruslar da, Amerikalı ünlü fizikçi Eastlund'un teknolojisine dayanarak kendi benzer sistemler kurmuşlardı. Prof. Eastlund, Tesla'nın kuramlarından yararlanarak birçok yeni patent geliştirmişti. Ayrıca Norveç, Brezilya ve Porto Riko'da benzeri araştırmalar yapılıyordu. Bununla birlikte, Rusya'nın "büyük daha iyidir" adıyla bilinen programları, dev miktardaki elektromanyetik enerjiyi iyonosfere gönderip, başarıyla tekrar dünyaya geri döndürmeyi başarmıştı. Bu yüksek güç seviyesinde, yıkıcı etkiye sahip enerji ışınlarını kullanarak, depolama, güç arttırma ve deşarj etme kabiliyetine sahip güçlü bir pil rolü oynayan iyonosfer istenilen mesafedeki hedefi bir-kaç saniye içinde yok edebilirdi. Oysa o sıralarda Ruslar, bu enerji ışınını yönetip, kontrol etmesi gereken kuvvetli hesap imkanlarına sahip değildi.

Kuşkusuz bu enerji ışınlarının gönderilme aşamasında doğru bir hesap yapabilmek için dünyanın dönüşü, yansıtma açısı ve daha birçok kompleks dinamik faktörler de hesaba katılmalıydı. ABD ise, CRAY ve EMASS bilgisayar sistemlerinin gücüne sahip olmasına rağmen, Rus ısıtıcılarının verimli güç özelliklerinden yoksundu. HAARP ise kuşkusuz bu durumu değiştirecekti.

1995'te Amerikan Ordusu, Rusya'nın çok daha verimli çalışan ısıtıcılarını aşabilecek "süper ısıtıcı" için Kongre'den fon istedi. Fakat ortada hiç beklenmedik bir engel bulunuyordu. Amerikan halkına 'Star Wars' programının "koruyucu bir silah" olduğu duyuran Başkan Reagan, sonsuza dek nükleer artışı dizginleyecek "barış perdesi" kurmak için diğer ülkelerle bu teknolojiyi paylaşmayı bile önermişti. Fakat acaba Amerikan halkı, birkaç saniye içinde dünyanın herhangi bir noktasına "ilk vuruşu" gönderebilecek bu "ölüm ışını"nı finanse edecek miydi? Ordu bile bunun basit bir alışveriş olması konusunda kuşkuluydu.

Pentagon, HAARP'ı, tartışmalı ELF (düşük frekanslı) vericilerinin temsilcisi olarak tanıtmaya çalıştı ilk başlarda. Eastlund'un araştırmaları, ısıtılan "lens"in ELF radyo sinyallerini oluşturup, yansıttığını gösteriyordu. Böylece Wisconsin ve Michigan'daki büyük ELF anten sistemleri, daha küçük ve verimli olan HAARP antenleriyle değiştirilebilirdi. 

Süper Devlet İstanbul Depremini Tetikleyebilir mi?


Süper Devlet İstanbul Depremini Tetikleyebilir mi?


Komplo teorilerinin hepsi de bizim ülkemizde çıkarılmış rivayetler değildir. Bütün komplo teorileri yalandır, uydurmadır, hezeyandır, deli saçmasıdır demek doğru değildir.

17 Ağustos 1999 büyük depreminden sonra ortaya birtakım komplo teorileri atılmış, yer sarsıntısının dış güçler tarafından tahrik edildiği (harekete geçirildiği) iddiası ortaya atılmıştı. Hattâ bu konuda kitaplar bile yazılmıştı.

Bu gibi iddiaların üzerinde durmak gerekir. Doğruluk ve ciddiyet payı varsa tedbir alınır. Doğru ve ciddî değilse reddedilir.

Komplo teorisi ile komplo fobisini birbirine karıştırmamak gerekir.
Bütün uzmanlar ağız birliği ettiler ve büyük İstanbul depreminin yaklaştığını, nice alâmetlerinin belirdiğini söylüyorlar. Bazı siyasetçiler, belediyeciler, bürokratlar deprem konusunda telâş ve tedirginlik içindeler.

İlgililer ve sorumlular ne kadar telâş etseler, ne kadar tedirgin olsalar, ne kadar vicdan azabı çekseler yeridir. 1999'dan bu yana neredeyse 11 yıl geçti ve alınması gereken tedbirler alınmadı. Artık deprem yumurtası kapıya gelmiştir ve belki de alınacak tedbirler için zaman kalmamıştır.

Son Haiti depremi için de ortaya birtakım komplo teorileri atıldı.

Yaklaşan İstanbul depremi için de vahim şeyler söyleniyor.

Büyük, süper bir dış güç depremi tetikleyecek, büyük yıkımı ve kargaşayı fırsat bilerek:

* Türkiye'nin Marmara ve Trakya bölgesini işgal edecek.

* Veya kendisine bağlı ve sadık işbirlikçilere işgal ettirecek...

Ergenekoncu, çağdaş, lâik, resmî ideoloji taraftarı, aşırı Kemalist, antiklerikal bir profesör depremle ilgili beyanatında bütün Türkiye'yi kapsayacak bir sıkıyönetim ilanından bahs etti.

Sivil bir iktidarı, seçim ve sandık dışı metotlarla düşürmenin ve devirmenin yolları vardır.

ABD'den Rusya'ya HAARP Saldırısı (Aşırı sıcakların sebebi Amerika mı?)

ABD'den Rusya'ya HAARP Saldırısı (Aşırı sıcakların sebebi Amerika mı?)



Hava sıcaklığının 40 derecede seyrettiği Rusya’da bilimadamları, boğucu yazdan ABD’yi sorumlu tutmaya başladı. Buna göre, ABD, HAARP sistemiyle iyonosferde güçlü dalga göndererek Rusya’yı kavuruyor. Komplo teorisi gibi duran bu iddia, ülkenin büyük gazetelerinden Komsomolskaya Pravda Gazetesi’nde enine boyuna ele alındı.


Rusya, gölgede 40 dereceye yaklaşan anormal çöl sıcaklarının ardında düşman eli aramaya başladı. Kavurucu sıcakların doğal olamayacak kadar uzun sürdüğünü dile getirmeye başlayan Rus fizikçiler, “ABD, bize gizli iklim silahı HAARP ile savaş açmış olabilir” görüşünü öne sürmeye başladı.

Sahra çölünü aratmayan Rusya’daki sıcak dalgasını inceleyen Komsomolskaya Pravda gazetesi, bir dizi uzmandan görüş alarak böyle bir ihtimalin bulunduğu sonucuna vardı. En büyük şüphe ise Pentagon’un kontrolünde 1997 yılından beri Alaska’da çalıştırılan yüksek frekans dalga yayıcı HAARP istasyonu üzerinde toplandı.

ABD itiraf ediyor, yapay deprem teorileri gerçek.

ABD itiraf ediyor, yapay deprem teorileri gerçek.



-ALBAY THOMAS BEARDEN İTİRAF EDİYOR-

1981 yılında nükleer mühendis ve Amerika'daki önde gelen Tesla araştırmacısı Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği'nde bir konferans verdi. Konuşmasının bir bölümünde aynı zamanda 1978 Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan bahsetti. Albay Aslında HAARP'ın nasıl çalıştığını anlatıyordu:

"Yaptığınız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı iyonize etmeye başladıkça, hava akış seyirini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu mükemmel bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde etmezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve ateş topları (plasma) dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri geri oynayarak, dünya çapında dev hava değişikliklerine yolaçabilirsiniz." 

Mr. Bearden bunu neredeyse eğlenceli bir hava oyuncağı gibi tanıtıyordu. Fakat bu aynı zamanda 28 Temmuz 1976 Tangshan, Çin'i de hatırlatıyordu. Kuşkusuz 17 Ağustos Gölcük depremini de... 

1 Ekim 1998, Perşembe tarihli Hürriyet Gazetesi'nin 'Kıyamete Kadar Yetecek Enerji' başlıklı haberi konunun bir başka yönüne işaret ediyor olabilir miydi?:

İnsan eli ile üretilen en büyük yapay depremlerden biri; 17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02


İnsan eli ile üretilen en büyük yapay depremlerden biri; 17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02



T.C. Başbakanına Soru; - Depremin arkasında PKK olabilir mi?
Başbakanın cevabı: -Sanmıyorum...
-----

17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02

SAAT gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarı atarken sanki bir kıyameti yaşıyor gibiydiler. Belki de insanların çoğu, ölümün kendilerine ne denli yakın olabileceğini ilk defa bu denli yakından gördüler.

Donanma Komutanlığı'nın görkemli devir teslim törenini müteakip, deprem hiç beklenmedik bir zamanda, ansızın çıkagelmişti, iki firkateynin gece boyunca aydınlattığı Orduevi yerle bir oldu. Milyarlarca liralık havai fişeklerin aydınlattığı Gölcük semaları birkaç saat sonra bilim adamlarının "deprem ışıması" dedikleri ancak hâlâ ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir "şey"le aydınlandı. Birkaç saat sonra, o unutulmaz uğultunun ardından bütün Türkiye derin uykusundan uyandı. Binalar birbiri ardına devrilirken, ölüm binlerce insanı aynı anda yakalıyordu.

Devlet hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce insan, teknik yetersizliklerden ötürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı beklerken öldüler. Kısa süre sonra kamuoyu hummalı bir tartışmanın içinde buldu kendini. Binaların depreme dayanıklı yapılmayışı, ray hattının üzerine yerleşim alanlarının kurulma-sı gibi argümanlar sıkça duyulan şeylerdi. Televizyon kanalları tartışma programlarını depreme ayırıyorlardı. Bu sırada deprem anını yaşayan insanlar depremle ilgili enteresan şeyler söylemeye başlıyor; kamuoyu tam olarak anlam veremese de iddiaları can kulağıyla dinliyordu. Enkazdan kurtarılan bir bayan Ali Kırca'nın yönettiği Siyaset Meydanı'nda şunları söylüyordu: "O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi." iddialara yenileri ekleniyordu. Depremden hemen önce Gölcük'ten Avcılar'a kadar geniş bir alanda görülen "ateş topu" ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Bazı bilim adamlarının görülen ateş topunun "deprem ışıması" olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde de benzeri bir ışıma yaşanmadığı sorusunun cevabı net olarak verilemiyordu. Öyle olsa bile, bu da sadece bir tezdi ve geçerliliği de en fazla diğer tezler kadardı.

Bu arada depremden neredeyse iki hafta önce elime geçen bir dergide yer alan ifadeler oldukça ilginçti. Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun resmen açıklanmış olması, dergide yer alan ifadeleri daha da şaşırtıcı kılıyordu. Depremin merkez üssünün Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının sembolü olan bir askeri üs olması kuşkusuz ilginçti. Furkan dergisinin Temmuz sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyleydi:

"Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depolan içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..."

Bu dergide yer alan ifadeler, depremden tam bir ay önce yazılmıştı. Gölcük'te neler oluyordu? Kocaeli depremi doğal bir afet miydi? Yoksa suni olarak yaratılmış olabilir miydi?

Bu konuda hemen deprem sonrasında birtakım teoriler ortaya atılmaya başlandı. Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı ve bu da depreme neden olmuştu. Kimileri de Yugoslavya'ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçekleştiğini söylüyordu.

Hatta bazılarına göre bu işi PKK bile yapmış olabilirdi. Nitekim CNN televizyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında böyle bir soruyu sormakta herhangi bir beis görmedi. Kimi de bunun başka bir terörist örgütün işi olduğunu veya uzay araştırmalarının bir parçası olduğunu söylüyordu. Ancak bu teoriler arasında en akla yatkın olanı Future Tımes'da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikayeydi.

Bu senaryoya göre, San Andreos fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilim adamı mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu "düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli" tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.

Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı "deprem indirgeme" sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce Avustralya'nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra. Değişik zamanlarda Kafkaslar'da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika'da-ki Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem yaratma konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika'da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yürütülüyordu.

Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversiteler ile ortak projeler geliştirilerek yüzlerce bilim adamına Amerika'da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı.

Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarınca yürütüldü. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına da olanak verilerek halkın bu konuda genel bir fikri olması istendi. Kobe'de ve daha başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler halkası bu şeklinde bazı çıkar gruplarının, terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi. Bunda da büyük ölçüde başarılı olundu. Ve gün geldi bu sistem Türkiye'de denenmek istendi. Bölge zaten bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler, depremden hemen sonra, Milli istihbarat Teşkilatı'nın girişimleriyle Türk Telekom'un Türkiye'nin sismik bilgilerini Pentagon'a ileten NATO Üssü'nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

ABD'nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi Israil'li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu israillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı belki de...

israilliler Amerikalılar'la gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı'nın (Operation Night Hautk) saat 03:00'te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00'te düğ-meye basılacak ve Gece Şahini devreye alınacaktı. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara'nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı.

Ama o gece sabaha karşı bir şeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Her şey bir anda olup bitmişti. Doğa kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05'i gösteriyordu.
Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı

bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi don-muş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında m çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi.

Bu tarihin en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yaratılan...

Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: "Lets pack! We're moving out! Call operation-Q! Right now! Immedi-ıtely! Stop uthinning! Move, move, move!" (Toplanın! Kaçıyoruz- Q planına geçiyoruz.•• Şimdi.. Hemen! Hadi, hadi!!!)

işte o andan sonra çantalardan çıkan "Q planı" çalışmaya başladı. ilk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerji-si felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu.

O anda İsrail’de Ben Gurion'un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı'na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6'ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagondan emir aldılar.

Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri'nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı, rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah Kaplan tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı: "Uçağın düştüğünü görünce der-hal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu Umanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık."

Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik'in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi.
Daha sonra uçağı Zeytinburnu'na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı'daki Gümrük Muhafaza'ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.

Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900'lerin başından beri Nicola Tesla adındaki Sırp asıllı bir bilim adamının buluşu olan"elektromanyetik endüksiyon tekniği" (Tesla makinesi) kullanıldı. Tesla Makinesi'nin nasıl çalıştığı hâlâ bir sır, ama Amerikalıların uzun zamandır bu makine üzerinde çalıştıkları biliniyordu. Tesla, ilk olarak ilkel bir düzenek ile 1908 yılında Sibirya'da Tsunga bölgesinde bir deney yapmış ve burada meydana gelen patla-ma sonrası oluşan çevre tahribatı korkunç boyutlardaydı. Hiroşima'nın 40,000 katına yakın enerji açığa çıkmıştı. Patlamanın etkisi kilometrelerce kare alana yayılmıştı.

Ancak ortada en ufak bir krater veya metal kalıntısı yoktu. Bu durumda bir göktaşının düşmüş olması ihtimali ortadan [kalkıyordu. Bilim adamları Tsunga'da ne olduğunu hâlâ tam olarak çözmüş değillerdi. Ancak yıllardır Avustralya'da, kara-da, açık arazide ve Kaliforniya'da da su üstü ve sualtı askeri tesislerde bu deprem (Tesla) makinesinin denenmekte olduğu [da sır değil. Buradaki garip tabiat olayları ve sık sık olan depremler ile bilgiler internetteki sitelerde bile yer almakta. Ancak başlangıçta askeri amaçlı olarak geliştirilen bu acayip doğa silahı daha sonra kaynak sorunuyla karşılaşınca barışçı [amaçlarla da kullanılacak şekilde adapte edildi (tıpkı atom [bombası ve TNT gibi).

Makinenin Kaliforniya'da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. Tesla Makinesi sayesinde fay hattındaki enerji birikimi çok yüksek düzeylere çıkmadan, gerilim daha küçükken, suni depremlerle deşarj edilerek boşaltılacak ve böylece büyük deprem önlenecekti. Ancak bu teorinin denenmesi ve deneylerle geliştirilmesi gerekliydi. Hata ve kusurların asgariye indirilmesi şarttı.

Bunun için de San Andreas fay hattına benzeyen fay hatlarıyla, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu fay grubu ise Türkiye'deki Kuzey Anadolu fay hattıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San Andreas karakterindeydi. KuzeyAnadolu fayı ile San Andreas fayı, tıpa tıp birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi Kaliforniya'daki, gelecekte olacak depremler için çok şey öğrenebilecekti. Amerika bu amaçla yıllarca deney yaptı; bu ve buna benzer deprem bölgelerinde.Pentagon açısından da bulunmaz bir nimetti bu. Bu suretle hem projeye masum bir kılıf bulunuyor, hem de finansman için yeni kaynaklar sağlanıyordu.
 
Ancak yine de toplu imha silahı olma özelliği ile bu makine askeri nitelikteydi ve onunla ilgili her şey "Çok Gizli” damgasını taşıyordu. İşte Amerikalılar bu nedenle İzmit’teki fay hattındaki hareketleri ve enerji birikimini büyük bir gizlilik içinde, herkesten habersiz ama çok yakından takip ettiler.

MTA'nın ve diğer jeolojik ölçüm kurumlarının verilerini inceleyerek ve uzaydan bölgeyi izleyerek burayı adeta abluka altına aldılar. Son gerilimi de böylece çok önceden haber aldılar. Ancak ABD'nin bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilim adamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı.

Ve bunu kendi amaçlan doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilim adamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi. İzlenen bu enerji birikimi bir süre sonra depreme neden olabilecek büyüklüğe erişecek ve belki de İstanbul’u da tehdit edecek hale gelebilirdi. Bu noktada, Amerikalılar acaba konuyu Türk makamlarına haber vermiş miydi?
 
Ama o gece Gölcük'te askeri tesiste ve Marmara Denizinde bu Tesla makinesi kurulmuş ve çalışmaya hazır hale getirilmişti bile. Türk makamlarına acaba bilgi verilmiş miydi? Yoksa Türk makamlarına İstanbul’da olabilecek bir depremin basıncını azaltacak bir askeri sistemi deneyeceklerini mi söylemişlerdi? Yoksa bunun rutin bir askeri durum olduğunu mu düşünüyorlardı? Bu soruların cevapları hâlâ bir sır.

Gölcük Donanma Komutanlığı'nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip bir şey olduğunu fark etmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı.

Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük'te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslararası bir kimliği yoktu. Ama İsrail subayları ve üst düzey yetkilileri oradaydılar!

Bunun nedenini şimdi çok daha iyi kavrayabiliyoruz. Onlar oradaki Tesla makinesini kurmak ve çalıştırmak ve onun gizliliğini korumak ve her ihtimale karşı bir şeyler ters giderse onu imha etmek için oradaydılar. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu. Bize güvenen de yoktu zaten. İş İsrail’e ihale edilmişti. Ancak o gün nedense hiç kimse israillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. Neden? Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeyi çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Biz de "Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu" diyerek sevindik.

Deprem neden gündüz bir saatte değil de çok ilginç bir şekilde gece saat tam 03:02'de oldu? Sanki 03:00 saati depremin başlaması için özel olarak seçilen bir saat gibi. Böyle geç birsaatte olacakları kimsenin görmesi olası değil, gözlemci riski ise en az düzeyde. Tıpkı bir askeri operasyonda olduğu gibi sanki talimatlara saat tam 03:00 olarak giren başlangıç saatinde yeşil ışık yakılmış ve Tesla cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içinde de gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı.

Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya'da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı. Ancak hesapta doğanın oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti

7.4'e ulaştığında Amerika'da aletler 7.8'i gösteriyordu. Ve büyük bir patlama ile her şey kontrolden çıktı. Tesla deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yeraltı laboratuarlarının tam üstündeki, her şeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı.

Hesaplarda hata yapılmış, belki de fay hattının tepkileri ve enerji dağılım değerleri yanlış hesaplanmıştı. Her ne olduysa oldu ve doğanın beklenmeyen bu tepkisi bütün çevreyi yerle bir etti.
Bir önlem olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme

ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin "benim de telefonlarım kesikti" şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi.
Ne yapacaklarını bilemedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. "Üzgünüz" dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler.

Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan   yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye'ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye'ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye'ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye'ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu.

Her şey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batıda bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin kalıntılarını toplayıp, yeraltı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30'da bölgeye ardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel'in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı. CNN haber spikerinin "depremin ardında PKK mı var?" sorusuna, Ecevit ona "siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK'nın ne alakası var?" bile diyemiyordu. Sadece spikerle göz-göze gelmemeye dikkat ederek "sanmıyorum" gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye'ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım'da Türkiye'ye geleceğini ilan edip, Ecevit'in de bu arada Amerika'ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika'ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye'ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti. ABD'nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bazı bilgiler, bazı bakanların yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un "yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam" demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD'nin saygın gazetelerinden New York Post'un haberine bir de bu gözle bakın:

"Türk hükümeti, ABD'nin Deniz Hastanelerini Kullanmıyor.. “

Türkiye'deki şiddetli depremde 27.200'den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri'ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği ildirildi.
Türkiye'ye gönderilmiş olan uluslararası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara'daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu.

Türkiye'de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi. Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600'den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi."

Ne ölenlerimiz geri gelir, ne de anılarımız.

Ancak İzmit’te, Gölcük'te, Yalova'da, Halıdere'de, Avcılarda, Bolu'da, Düzce'de ve daha nice yerleşim merkezlerinde enkaz altında yaşamlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali'ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya'da Jony'ler, Susanlar ve Alice'ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi?

Emekli Bir Subay

Kaynak: HAARP Kıyamet Teknolojisi, Aydoğan Vatandaş, Timaş Yayınları, 2. Baskı

Kurban Risalesi ( Bütün yönleri ile kurban)

Kurban Risalesi ( Bütün yönleri ile kurban)



Âlemlerin Rabb’i Allah’a hamdolsun.  Resûlüne, Âl ve Ashâb’ına salât ü  selâm olsun

KURBAN: Kulluk borcunu ödemek niyetiyle vakti içinde kurbanlık hayvanı  kesmektir.
Müslüman, hür, mukîm ve dînen zengin sayılan erkek ve kadına her sene  kurban kesmek vâciptir.
Kurbandan maksat, dünyada vâcip olan borcun ödenmesi, âhrette fazl-ı Îlâhî  ile sevaba kavuşmaktır.
Kurbanı diri olarak hayra vermek veya kurban yerine parasını sadaka  vermek câiz değildir. Borcu ödenmez.
* * *
SEFERÎ İÇİN KURBAN
Seferde olan kimseye kurban vâcip değildir. Seyâhate çıkıp da “Kurbanı falan yerde keserim,” diyenin kestiği kurban nâfile olur. münâsip olan, kurbanı oturduğu yerde kesmektir. Sonra dilediği yere gider.
Hacılar da seferîdir. Hacc-ı Kıran ve hacc-ı temettû yapanların kurbanları vâcip olarak orada teşekküren kesilir. Diğer hacıların orada kesmesi, nâfile ve müstahap olur.
KURBANDA NİSÂB
Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla 20 miskal (96 gram 22 ayar) altın veya 200 dirhem (640 gram) gümüş veya bunların kıymetinde parası, ticâret malı olan kimseye kurban kesmek vâciptir.
Kurban kesmek için bu servette nemâ (çoğalmak) ve üzerinden bir sene geçmek şart değildir. Bayramın üçüncü günü de nisâba mâlik olsa kurban kesmek vâcip olur.
* * *
ASLÎ İHTİYAÇLAR
Oturacak ev ve döşemesine yetecek eşya.
Binek, (hayvan, bisiklet, motosiklet, otomobil vb.)
Bir adet silâh.
İş elbisesi, günlük elbise ve bayramlık olmak üzere üç kat giyecek.
Kendisine ve bakımı üzerine vâcip olan kimselere bir sene yetecek nafaka.
Çift sürmede kullanılan bir çift hayvan (at. Katır, manda öküz vb. veya bir traktör) ile zirâat âletleri.
Sanatkârın âletleri.
Her eserden bir takım, kitaplar. (Okumasını bilmeyenlerin elinde bulunan kitaplar, bu hükmün dışında olup kurban nisâbına dahildir.)

Diş Dolgusu Gusle Mani midir?

Diş Dolgusu Gusle Mani midir?



Bilindiği gibi diş sağlığı, ağız içi temizlik hayatî bir mevzûdur. Bunu basite alamayız. Çünkü bedendeki bir kısım rahatsızlıkların menşei/kaynağı, eninde sonunda dişlere bağlanmakta; dişlerdeki çürükler, vücudun her yerine rahatsızlık yaymaktadır. Bu bakımdan, dişler mutlaka tedavi görmeli, bedene verecekleri zararlar bertaraf edilmelidir.

Dişlerin tedâvisi de, elbette ki çürüklerin doldurulması, gerekenlerin kaplatılması ile olur...Hatta bazan da protezle mümkün hâle gelir. Bunların yapılmasının dînen mahzurlu olduğunu söylemek, İslâm’ın insan hayatına değer vermediği, mensuplarının sıhhatini kaale almadığı mânâsına gelir. Bu ise son derece mahzurlu bir imajdan başka bir şey olmaz. Kaldı ki fıkıh kitaplarında, ilmihallerde diş tedâvisinin zarûreti anlatılmıştır; bu iş için altın ve gümüş kaplamanın câiz olduğu, gerek diş doldurtmanın, gerekse kaplatmanın gusle mâni olmayacağı açık-seçik ifade edilmiştir.



Meselenin hulâsası/özeti şöyledir:

Sultan Abdülhamid Han'a Yapılan Suikastin Perde Arkası (kitap tavsiyesi)

Sultan Abdülhamid Han'a Yapılan Suikastin Perde Arkası (kitap tavsiyesi)


Ermeni İhtilal Çetesi komitecileri, düzenleyecekleri suikast için bütün hazırlıklarını tamamlamışlar, en ince ayrıntıyı dahi hesaplamışlardı. Padişah, Cuma günü Yıldız Camii'nde namazı eda ettikten sonra caminin iç kapısına geliyor, oraya kadar yanaşan arabasına biniyor ve merasim eşliğinde sarayına dönüyordu.Sultanın bindiği araba, tam bir dakika 42 saniye sonra avlu kapısına varıyordu...

Ve o gün... Avlu kapısında bekleyen arabalar arasında, özel olarak üretilen o araba da vardı... İçindeki "Cehennem Makinesi" adlı bomba, bir dakika 42 saniyeye ayarlanmıştı!..

İşte bu kitapta, 21 Temmuz 1905 Cuma günü Sultan İkinci Abdülhamid Han'a yapılan "Yıldız Suikasti" anlatılıyor. Bu kitabı okurken bazen eserin bir polisiye romanı andıran havasına kapılıp gidecek, sorgu hâkimlerinin kıvrak ve parlak zekâsıyla büyülenecek; bazen de macera dolu firar ve ölümlere şahitlik edeceksiniz. Üstelik bir bombanın birkaç masumu öldürmekten çok daha öte bir anlam taşıdığını görecek, hain planların sadece sultan için tertiplenmediğini, suikast başarılı olursa İstanbul'un altının üstüne getirileceğinin hesaplandığını da öğreneceksiniz...
Sultan Abdülhamid Han'a Yapılan Suikastin Perde Arkası
Harun Tuncer
Çamlıca Basım Yayın
Hazırlayan: Harun Tuncer
Sayfa: 264
Boyut: 13,5 x 21 cmISBN: 978-9944-905-82-4

II. Abdülhamid Han'ın Hicaz Demiryolu Projesi (kitap tavsiyesi)

II. Abdülhamid Han'ın Hicaz Demiryolu Projesi (kitap tavsiyesi)



Hicaz Demiryolu için "Benim eski rüyamdır" diyen Sultan ikinci Abdülhamid Han’a göre, bu projenin birçok maddî ve manevî hizmeti olacaktı. "Haccın kolaylaşması" sağlanacak, aylarca süren hac yolculuğu ve hac farîzasının ifası da dâhil Şam-Mekke arası gidiş-dönüş olarak 18 güne inecekti. Demiryolunun Cidde'ye bağlanması ile de deniz yoluyla dünyanın her yerine rahatlıkla ulaşılacaktı. Bunun yanında devletin Müslümanlar arasındaki irtibatı güçlendirmesi, asayişin daha seri ve güçlü sağlanması da çok kolaylaşacaktı…

Binlerce fotoğraf, harita ve vesikadan seçilerek hazırlanmış bu eser, Abdülhamid Han’ın yaptığı hizmetlerin ne kadar stratejik ve ileri görüşlü olduğunu ortaya koyuyor…

II. Abdülhamid Han'ın Hicaz Demiryolu Projesi
Ömer Faruk Yılmaz
Çamlıca Basım Yayın
Sayfa: 40
Boyut: 21,5 x 30 cm (Karton Kapak)
ISBN: 978-605-4421-56-5

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...