inanmak için Allah'ı görmek isteyenler |
"Hani bir zamanlar, 'Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe, sana asla inanmayacağız' demiştiniz de, bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız." (S. Bakara, 55-56)
Son devrin büyük âlimlerinden, müfessir Elmalılı Hamdı Efendi merhum tefsirinde, bu âyetle alâkalı dikkat çekici açıklamalarda bulunuyor. Biraz sadeleştirerek aşağıda naklediyoruz:
"Verilen onca nimetlerden sonra, 'Allah'ı görmeden sana İnanmayız' diye Hz. Musa'ya isyan etmek, ne büyük bir küfür ve nankörlüktür.Bu âyet mârifetullah meselelerinin en mühimlerinden birini ve sonra insanların alçalış ve yükselişleri ile alâkalı ruh hallerinden en dikkat çekici olanını, bir cümlede hatırlatıvermiştir. Hakikaten de insanlar, terakki edecekleri/yükselecekleri zaman, görüşleri ve fikirleri yükselir... İdrakleri, yalnızca gözieri önünde duran mahsûsâta [görüntülere} bağlanıp kalmaz... Akıllarıyla, görülebilenin ötesine geçerler... Gaybın hakikatine îman edip, görülmedik-işitilmedik saadetlere nail olurlar.
Bunun aksine alçalacakları, çöküntüye uğrayacaklan zaman da akıllan kalmaz; kalpleri körlenir, gözleri sadece görülebilene saplanıp kalır! Gözlerine batmayan şeye inanmazlar; inanmak için, mutlaka görmek isterler... Fenalıktan sakınmazlar; gelecek felâkete de, bilfiil başlarına gelmedikçe inanmazlar. Halbuki felâket gelince hükmünü icra edip, şiddetine göre ya ezer, ya imha eder!
Maddeden başka bir şey tanımayan, gözlerine batmayan şeye inanmayanlar, inanmak istemeyenler, bastonsuz yürüyemeyen körlere benzer!.. Tapacakları mabutlarını da elleriyle tutmak, yoklamak isterler... Bunların gözünde maneviyat, mâkûlât, mücerredât yani maddî olmayan her türlü mücerret değerler, evham cinsinden sayılır... Tapmak için cisim cinsi şeylerden putlar ararlar! Bulamazlarsa yaparlar ve ona taparlar, ondan medet umarlar... Çünkü, insanlarda ibâdet ihtiyacı doğuştan, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır; bundan kurtuîamazlar. Lâkin, hakiki mâbûdu göremeyince, kalplerinden, akıllarından kuvvet alamayınca, gözlerinin eriştiği, ellerinin tuttuğu bir şeyden kuvvet dilenirler!..
Hiç olmazsa bir öküz veya öküzün altında buzağı ararlar. [Nitekim Mûsâ aleyhisselâm Tûr Dağı'na gittiğinde, Sâmirî isimli birisi, zînet eşyalarından bir buzağı yapıp, "İşte sizin ve Musa'nın ilâhı!" (S. Tâhâ, 97) diyerek îlân ettiğinde, Hz. Musa'nın kavmi buzağıya tapmakta tereddüt etmemişti!.. Bunun içindir ki Cenâb-ı Hakk, İsrâiloğullan'na bir sığırı kesmelerini emretmiştir. (S. Bakara. 74-76) Bu emirde, sığırperestliğin kaldırılması mesajı vardır. Yani sığır, tapınılacak bir mâbud değil, Hak Mâbûd olan Allah'tan insanlara, dilerlerse kesip yiyebilecekleri bir nimettir.)
İsrâiloğulları'nın bir kısmı da gerek Mısır ve civarındaki görgüleri, gerek henüz terakki edememeleri veya herhangi bir sebeple tekrar çöküntüye uğramış olmaları dolayısıyla Hz. Musa'ya. 'Allah'ı açıktan açığa görmeyince inanmayız' diye dayatmışlardı. Akılsızlıklarından dolayı kendilerini Mûsâ (a.s.) ile bir tutup, 'Sen; konuştum, kitap getirdim, diyorsun yal Haydi bize de göster!' diye isyana cür'et etmişlerdi. Bununla Allah'ı bir cisim gibi karşılarında görmek istemişler ki, bu muhal yani imkânsız idi. Gördükleri bütün nimetler ve o hârikalar, sıhhatli bir neticeye varmalarına kâfi gelmemiş, böylece nankörce bir tutumla, olmayacak hayallere saplanıp kalmışlar... Bundan dolayı başlarına yıldırım musibeti bir hârika olarak gelmiş ve bu musibetten de yine bir hârika olarak sırf Allah'ın rahmeti sayesinde kurtulmuşlardır. Bizzat Allah'ı göremedilerse de, başka mabutların veremeyeceği cezayı yakından görerek akılları başlarına gelmiş... Görmeden inanmanın büyük ehemmiyetini o zaman biraz takdir etmişler... Bütün kavim bu sayede yeniden dirilmiş ve kurtuluşa ermiştir. Bu büyük ders ve nimet de, bu nida da böyle iki vecîz âyetle dile gelmiş ve hatırlatılmıştır ki, bundan kitaplar yazılır.
Hakikaten de Cenâb-ı Allah görülmez ve görülemez değildir. O, kendini görebilecek gözler de yaratmaya kadirdir. Lâkin, ona bu gözler dayanmaz ve görülürse ihata olunmaz. Bizim dünyada menfaatimize olacak husus; ona gıyabında îman etmek, aklî ve kalbî şehâdetle inanmaktır." (Hak Dini Kuran Dili, 1/359)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.