Ülkeleri Titreten Adam Bu mu? Bir Başka Açıdan Napolyon... |
Saint –Helena’daki, uzandığı kirli şiltenin üzerinde kıvranmaktaydı. Büyük acı çektiği belliydi. Boğulurcasına öksürüyor, nöbet geçince de inleyip acı ile bağırıyordu. Bulunduğu oda oldukça loştu. İçeriye, tavana yakın bir yerde bulunan demir parmaklı küçücük bir hücreden belli belirsiz bir ışık sızıyordu. Odanın demir kapısının üst kısmında da demir parmaklıklı bir demir vardı.
Mahkûmun inlemelerinin arttığını gören kapıdaki İngiliz askeri, kapı deliğinden içeri bir göz attı. Kıvranıp bükülen mahkûm, bir yumak olmuştu. Nöbetçi, saçı sakalına karışmış, elbiseleri yer yer yırtılmış mahkûmu uzun uzun süzdü “Ülkeleri titreten adam bu mu?” diye düşündü.
Son derece hırslı, gururlu, şan, şöhret düşkünü adam ne hale gelmişti. Sağ eli yeleğinin cebinde mağrurane duruşuyla, süslü apoletleriyle bütün Avrupa’yı hatta dünyayı kendisi ile meşgul eden adam, şimdi iki büklüm yatıyordu. Üzerinde ne imparator elbisesi, ne de harp meydanında giydiği apoletli, altın sırmalı elbisesi vardı….
Nöbetçi, mahkûmun feryatlarının arttığını görünce kapıyı açtı, gidip başını kaldırdı. Mahkûmun yalvarırcasına kendisine baktığını görünce bir an durakladı. Ne yapmalıydı?.. Kucağındaki adam kendileriyle savaşmıştı. Düşmanlarıydı. Kendi haline mi bırakmalı yoksa bir doktor mu çağırmalıydı?... “En iyisi kumandana söyleyeyim” dedi kendi kendine..Mahkûmun iyice küçülmüş vücudunu yatağa bıraktı. Meşhur mahkûmun son halini gören nöbetçi düşünüyordu. Şimdi kendisine yalvarırcasına bakan bu adam, şöhret merdivenlerinin en üstüne tırmanmış birisiydi. Teğmenlikten generalliğe oradan da imparatorluğa yükselmişti. Bu hızlı tırmanış esnasında kazandığı unvanların çoğunu da kendi kendisine vermişti ama o duruma gelinceye kadar da neler yapmamıştı ki?
Fransız devrimi esnasında, Korsika’daki faaliyetleri ile ismini duyurmaya başlamış, o tarihten itibaren zaman zaman zirveye çıkıp inmişti.
Avusturya’ya karşı çarpışan İtalya ordusunun başına geçmiş, Venedik devletini ortadan kaldırmış, nerede daha hızlı yükseleceğine inanmışsa, oraya gitmekten çekinmemişti.
Bu hırslı adam gözünü Osmanlı topraklarına da dikmişti. Ancak Akka’da yediği şamar bütün planlarını alt üst etmişti. Cezzar Ahmet Paşa’nın kumandası altındaki bir avuç Osmanlı askeri koca Fransız ordusunu perişan etmişti.
9 Kasım 1799’da hükümet darbesi yapmaya kalkışmış, başarılı olamamış, ardından orduyu ileri sürerek ipleri eline geçirmiş ve ülkede onbeş yıl sürecek diktatörlüğünü ilan etmişti. Ülkede her şey kendisinden sorulmaktaydı. Meclisler ve hükümet birer kukla idi. İstediği kanunu istediği zaman çıkarttırıyordu. Artık zirveye giden yolda hiçbir engel kalmamıştı.1804’te kendi kendini birinci konsül seçtirmiş, hemen ardından 18 Mayıs 1804’te kendini imparator ilan etmişti. Hedefi bütün Avrupa’yı idaresi altına almaktı. Bu maksatla pek çok seferler düzenlemiş, hemen hepsinde de başarılı olmuştu.
Hırs bürümüş gözü bir türlü doymak bilmemişti. Her düşüşsünde yeniden toparlanarak mücadeleye devam etmişti.Ne var ki, 1813’te Prusya ile Avusturya’nın birleşmesi ve kendisini yenmeleri sonunu hazırlamıştı. 11 Nisan 1814’te tahtan uzaklaştırılıp, Elbe Adası’na sürülmesi hayatında uğradığı en ağır darbe olmuş, bu darbeye tahammül edemeyerek 12 Nisan 1814’te intihara teşebbüs etmişti.
Elbe Adası’nda sürgünde iken boş durmamış, tekrar Fransa’nın başına geçmenin planlarını yapmış, nitekim 1 Mart 1815’te Fransa’ya dönerek şahsi prestiji ile ülkenin başına geçmişti. Hedefine ulaşmak için yeniden çalışmaya koyulmuş, ordu tanzim etmiş ve sefere çıkmıştı. Ne var ki tehlikeyi gören ve bir diktatörün emri altına girmek istemeyen Avrupa devletlerinin birleşmesi ve 18 Haziran 1815’te cereyan eden Waterio savaşında bu birleşik Avrupa ülkelerinin savaşı kazanması sonunu hazırlamıştı.
Hezimete uğramış bir kumandan olarak döndüğü ülkede bütün kapılar yüzüne kapanmıştı. Artık makamını muhafaza edemeyeceğini görmüş ve 22 Haziran 1815’te oğlu lehine tahttan feragat etmiş, ardından ülkede kalamayacağını anlayınca Amerika’ya kaçmaya çalışmıştı. Ne var ki kaçması mümkün değildi. Bunu görmüş ve teslim olmaktan başka çare olmadığı kanaatine vararak, 18 Temmuz 1915’te İngilizlere teslim olmuştu…
…….
İngiliz nöbetçi bütün Avrupa’nın bildiği, tanıdığı bu hırslı adamın macerasını hatırlayınca, koridorlardan koşar adımla geçmeğe başladı ve bir solukta kumandanın yanına varıp durumu anlattı. Tahmin ettiği gibi, kumandan mahkûmun durumu ile yakından ilgilendi ve bir doktor çağırttı.
İngiliz nöbetçi, kumandan ve doktor, mahkûmun hücresine girdiklerinde onu yerde yatarken buldular. Doktor nabzına baktı. Göz kapaklarını kaldırdı, sonra gözünü kumandanına dikerek başını iki tarafa salladı. Yaklaşık altı senedir, Saint-Helana’da bulunan meşhur mahkûm ölmüştü. Tarih, 5 Mayıs 1821 idi.
Perişan bir vaziyette son nefesini veren bu mahkûm, dünya tarihinde unutulmayan simalar arasında yer alacak, Napolyon ismi, hırsın, gururun sembolü olarak söylenegelecekti…
Meşhurlarn Son Anları, Burhan Bozgeyik, Timaş Yayınlar, İstanbul, 1993, Sahife:278-279-280-281
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.