Hareket Ordusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hareket Ordusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2012 Çarşamba

Türkiye Darül Harp mi? Yoksa bir İslam Devleti mi?

Türkiye Darül Harp mi? Yoksa bir İslam Devleti mi?
Bir çok kimse, Anayasada mevcut bulunan "Devletin dini, din-i İslam'dır." maddesinin kaldırılması ile birlikte, artık darül harp(küfür devleti) olduğumuz kanaatine sahiptirler ki bu yanlış bir kanaattir.

Çünkü tâ 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile devletimiz Darül İslam(İslam Devleti) olmaktan çıkmış Darül Harp olmuştu. Sultan Abdülhamid Han gibi veli bir padişahın, bir çok meseledeki hareket tarzını anlayamayanlar, O'nun, darül harp fetvaları ile hareket ettiğini bilmediklerinden anlayamamışlardır. Sultan Hamid, kendi sarayında yabancı elçilerle yapılan yemekli toplantılarda içki servis ettirmiştir. Evet, müslümanların halifesi ve Osmanlı'nın padişahı Sultan Abdülhamid Han, hilafeti temsil eden mekanda, makamda bunu yapmıştır.

Sultan Hamid, şahsi servetini bir Alman bankasına yatırmıştır. Daha yüzlerce, binlerce meselede, başında bulunduğu devletin darül harp olduğunu bildiği için buna uygun fetvalar ile hareket etmiştir.

Bu topraklar darül harbe dönüşeli nerede ise iki asır oluyor ve bu millet nerede ise iki asırdır İslam'ı doğru şekli ile bilen alimler ve devlet adamları yetiştirememiştir. Arada, o zaman da, bu zaman da kendini alim, şeyh, mürşid sınıfına koyup şöhret olanların, yüz binlerce müslümanları etraflarına toplayanların bile hiç bir şeyden haberleri yoktu/yok.

Daha Sultan Hamid tahtta iken, Japonlar "İslam Dinini Tetkik Cemiyeti" kurdular. Hem imparatoru hem de peşi sıra bütün Japon halkı İslam dinini seçeceklerdi. İmparator, bir çok Japon ilim adamını İstanbul'a gönderip inceleme ve araştırmalar yaptırttı. İyice İslam'a ısındı ve nihayet özel bir elçi göndererek Sultan Hamid'e "İmparatorumuz, Sizden, İslamı bize en güzel şekli ile öğretip anlatacak alimler istiyor!" dedirtti.

Sultan Hamid, Japon elçiye "Hay hay! Tabii ki, ne gerekiyorsa yapılacaktır." deyip huzurundan çıkarttıktan sonra, etrafındakilere "Bu elçinin istediği bende olsaydı, önce bu ülkeyi müslüman eder, bu ülkeyi kurtarırdım." dedi.

Şimdi siz hesap edin, o tarihlerde bile milletçe ne halde olduğumuzu. Sultan Hamid çöküşün sebebinin İslam'dan ayrılmak ve gayr-i İslami bir hayat tarzı benimsemek olduğunu bildiğinden, büyük devletleri birbirlerine düşürüp zaman kazanırken, bunun için gerekirse tavizler verirken, bir yandan da memleket içinde medreselerin ve teknik okulların sayılarını artırdı. Medreselerin kapıları sonuna kadar açıktı ama içlerinde okuyan talebe, ders veren hoca yoktu.

Bütün medrese talebelerinden askerlik vazifesini kaldırdığını, bütün hocalara da hayatları boyunca maaş bağlandığını ilan ettikten sonra bile durum pek değişmedi. Medreseleri bu millet kendi kendine kapattı. Teknik okullardan okuyanlar hatta teknik ilimlerde yetiştmek üzere Avrupa'ya gönderilenler de hep gizli masonik örgütlenmelerin kontrollerinde kaldılar. Askeri okullar tamamen masonların ve yabancı istihbarat örgütlerinin kontrolüne girmişti. Sultan Hamid, en doğru kararlar ve uygulamalar ile imkansızları başarıyor, fırsatlar üretiyordu ama ya millet? Millet ne yapıyordu?

Daha şapka inkılabı olmadan onlarca sene önce İstanbul sokaklarında kadınlar açık saçık dolaşıyor, kafalarına da Fıransızların tüylü şapkalarını takıyorlardı. Erkeklerin hali de pek farklı değildi. Memlekette aydın tanınanlar, Fransızca köşe yazısı yazmaya başlamışlar, Türkçe yazmayı eksiklik kabul eder olmuşlardı. Bu hali gören Japon elçi, imparatoruna bir bilgi geçip "Efendim! Burada aydınlar bile dejenere olmuşlar. Korkarım ki bu devlet 10-20 sene içinde yıkılır." diye yazdı.

Beyoğlu, o zaman da Beyoğlu'ydu... Memleketin her tarafı meyhane doluydu. İslam devleti olduğu iddia edilen devletin zabıtaları, ancak, gece çok geç saate kadar açık olan meyhanelere ceza kesebiliyor ama bunları tamamen kapatamıyor ve göz göre göre içki içilmesine sessiz kalıyorlardı. Bu son zamanlarda Osmanlı askerinin içinde tecavüz olayları, hırsızlık-gasp olayları gözükür olmuştu. Devletin içi aynı şimdi olduğu gibi vıcık vıcık, Türk gözüken Ermeni, Rum ve en çok da Yahudiler ile doluydu. Zabıta memurları bile mason olmuşlardı.

Paşaların derdi ise Boğaz'a en büyük yalıyı dikmekti... Bu dönemde Enver Paşa gibi en temel eğitimlerden yoksun biri bile Genel Kurmay başkanı olabilmişti. İltimas, dost-akrabayı kayırma ve devlet içinde yükseltme hastalığı, rüşvet hastalığı almış yürümüştü. Sultan Abdülhamid Han'a, bağlı olduğu gerçek mürşid İbn-i Mevlana Siracüddin hazretleri "Evladım! Sen elinden geleni yaptın. Bu millet azabı hak etti. Sen Selanik'ten gelen Hareket ordusuna karşı koyma! Tahtını terk et." dediği için, Sultan Hamid karşı koymadı.

12 Nisan 2011 Salı

31 Mart Ayaklanması bir Yahudi İhtilali Gibi!

31 Mart Ayaklanması bir Yahudi İhtilali Gibi!

Yahudi-sabataycilar ve onların hizmetkârları olan masonların İttihatçılar vasıtasıyla Osmanlı’yı nasıl mahvettiklerini İngiliz elçisi Sir G. Lowter, İngiliz Hariciye Naziri Sir C. Harding’e gizli kaydıyla gönderdiği raporda anlatmaya devam ediyor:

“Birkaç yıl önce, Selanikli Yahudi-mason Emmanuele Carasso - ki, hâlâ Osmanlı Meclis’inde Selanik temsilcisidir- orada Makedonya Risorta isimli İtalyan farmasonluguna bağlı bir loca kurdu. Bu kişi görünüşte Sultan Abdülhamid’in casuslarını aldatmak maksadıyla, fakat aslında Türkiye’de Yahudi tesirini kuvvetlendirmek için Jön Türker’i yani İttihatçıları farmasonlugu kabule teşvik etmiştir.


“İT”IN SLOGANI DA, RENGİ DE MASONİK

Evinde onlara toplantı izni sağlamıştır. Selanik’teki hareketin temeli Yahudi’dir. İttihatçıların Liberta-Egalite-Fraternite yani Hürriyet-Eşitlik-Kardeşlik sloganları İtalyan farmasonlarindan alınmıştır. Ittihatçilar’in amblemi olan kırmızı beyaz renkler de aynidir. 1908 Temmuzundan kısa zaman sonra Cemiyet İstanbul’a tamamen yerleşince, belli başlı üyelerinden çoğunun farmason olduğu öğrenildi.


31 MART TÜRK DEGIL, YAHUDİ İHTİLALİ

Carasso mühim rol oynuyordu. Balkan cemiyetini de avucuna aldı ve gerek yerli ve gerekse yabancı Yahudiler yeni hükümetin hevesli destekleyicileri hâline geldiler. Öyle ki, bir Türk’ün ifade ettiği gibi; herkesin Ibrânî-Yahudi cemiyetinin casusluğunu yapmaya koyulduğu ve ihtilalın (yani 31 Mart’ın) Türk’ten ziyade Yahudi ihtilalına benzediğini söylüyorlardı.
Müslümanların masonluğa karşı büyük nefreti vardır. Onu dinsizlikten beter sayarlar. 13 Nisan 1909’da bu unsurun önemini inkâr etmek mümkün değildir. Fakat dikkati çeken nokta, Selanik’ten İstanbul’a yollanan dört taburu Kâmil Pasa geri göndermek istemiş, ayaklanmayı, sözüm ona gerici hareketi yapan taburların basında Selanikli farmason Kripto-Yahudi Resmi Bey ve emrindeki askerlerin davranışlarından dolayı askerî mahkemeye sevk edilmeleri gerekirken, Sultan Mehmet Resad’a yâver tayin edilerek taltif olundu.


Hareket Ordusu'nun Yağmacı Komutanı Mahmut Şevket Paşa

Hareket Ordusu'nun Yağmacı Komutanı Mahmut Şevket Paşa

Son devir Osmanlı sadrâzamı ve Hareket Ordusu kumandanı. 1856 yılında Bağdat’ta doğdu. Babası Basra mutasarrıfı Kethüdâzâde Süleymân Beydir. Mahmûd Şevket, ilk öğrenimini Bağdat’ta yaptı. Sonra İstanbul’a gelerek askerî okulda tahsilini tamamlayıp, 1882’de kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. Almanya’da dokuz yıl, Fransa’da bir müddet kalarak, batı kültürünü öğrendi. Bu sırada zırhlı kuleler ve ateşli silâhlar hakkında incelemelerde bulundu.

1901’de paşa olduktan sonra Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvere arasında telgraf hattı döşetme vazifesiyle Hicaz’a gönderildi. Orada fazla kalmayıp, tekrar İstanbul’a döndü. 1905’te Kosova Vâliliğine getirildi. 1908’de İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra Üçüncü Ordu komutanlığına kısa bir müddet sonra da Rumeli Vilâyeti Müfettiş-i Umûmiliğine getirildi. 31 Mart Vak’ası üzerine toplanan ve Hareket Ordusu adı verilen birliklerin başına geçerek, İstanbul’a geldi. SultanAbdülhamîd Hanın tahttan indirilmesinde önemli rol oynadı. İstanbul’a hâkim olduğu bu sırada örfî idâre îlân ederek, suçlu-suçsuz demeden İttihatçılara ve kendisine muhâlif pekçok kimseyi îdâm ettirdi. Etrafında topladığı pekçok Balkan çetecisiyle saraya girerek, kıymetli eşyâları yağmaladı. Hazineyi, asırlardan beri toplanmış olan kıymetli yâdigârları ve dünyânın en zengin kütüphânelerinden olan saray kitaplığını yağma ettirdi. Abdülhamîd Hana düşmanlığıyla tanınan Tevfik Fikret bile bu yağmaya dayanamayıp “Hân-ı Yağma” adlı şiirini yazdı. Netîcede Mahmûd Şevket Paşa, 1909’da kurulan Hakkı Paşa kabînesinde harbiye nâzırı oldu. Fakat hizmet ettiği İttihat ve Terakkî Partisinin baskısı ile çok geçmeden, istifâ etti. Balkan Harbi sırasında Alasonya ordu komutanlığına getirildiyse de, bu vazifeyi kabul etmedi. Bu durum, o zamanki aydınlar arasında îtibârını gölgeledi. Balkan Harbinin en şiddetli zamanında siyâsî menfaat düşüncesi ile yapılan Bâbıâlî Baskınından sonra, Enver Beyin telkini ile 23 Ocak 1912’de sadrâzam oldu. Ancak Mahmûd Şevket Paşanın bu büyük nüfuzu ve kendi başına hareketleri parti içinde kendisine karşı muhâlif bir grubun doğmasına yol açtı. Nitekim Paşa, 11 Haziran 1913’te arabasının içinde tabanca ile vurularak öldürüldü. Suikastın esâsı aydınlanmamış, fakat bundan istifâde eden İttihatçılar, muhâliflerini asma fırsatını bulmuşlardır.

31 Mart Ayaklanması (İngilizlerin tertiplediği sözde irtica ayaklanması)

31 Mart Ayaklanması

Meşrutiyetin muhâfazası için Selanik’ten İstanbul’a getirilen Avcı taburlarının 13 Nisan 1909’da çıkardığı isyan. Rûmî takvimle 31 Mart 1325’te çıktığı için Otuzbir Mart Hadisesi denilmektedir. İsyânın sonucunda Sultan Abdülhamîd Han tahttan indirilmiş ve meşrutiyet örfîleşmiştir.

Bu vak’anın tertip edilişi, teşvik edicileri bu güne kadar kesin olarak ortaya konamamıştır. Ancak Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın hiçbir ilgisi olmadığı kesindir. Bununla berâber Otuzbir Mart Vak’asının umûmî sebepleri târihçiler tarafından şöyle sıralanmaktadır:

1. Meşrutiyetin îlânından o güne kadar geçen zamanda İttihat ve Terakki Cemiyetinin baskısı ile güvensiz, karışık bir durumun ortaya çıkması.

2. Rum, Ermeni vb. gibi toplulukların istiklâl kazanıp, millî devletlerini kurmak için büyük engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamîd Handan kurtulmak istemeleri.

3. 5 ekimde Ferdinand’ın Bulgaristan’da istiklâlini îlân etmesi. Bir gün sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Bosna ve Hersek eyâletlerini ilhak etmesi. Girit halkının Yunanistan’a bağlandıklarını bildirmesi. Adakale’nin Avusturya askerleri tarafından işgal edilmesi, Hükûmetin ve onu tesir altında tutan İttihat ve Terakkînin bu hâdiseler karşısında âciz kalıp, bir şey yapamaması.

4. İkinci ordu subaylarının askerlerin ibâdet yapmalarına, tâlim ve eğitimi ileri sürerek mâni olmaları.

5. İttihat ve Terakkî Cemiyetinin İstanbul’da tertip ettiği siyâsî cinâyetler sonucunda hükümetin kâtilleri yakalamada âciz kalması.

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...