sahte şeyhler - mürşidler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sahte şeyhler - mürşidler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2012 Çarşamba

Mevlevi Tarikatını bozan Sabetayist; BEY BABA

Mevlevi Tarikatını bozan Sabetayist; BEY BABA

İslam dininin on iki hak tarikatından Kadiri ve Nakşi hariç diğer onu bozuldu. Bunların son ve hakiki mürşidleri yerlerine kimseyi bırakmadılar. Takdir-i İlahi böyle idi ve bu yollar sonlandırıldı. Lakin, bunu kabul edemeyen bazı tarikat mensubu kişiler, tamamen kendi kararları ile yollarını devam ettirmek ve mürşidlik iddia etmek yolunu tuttular. Bunların hiç birinin ve bunlardan sonra yerlerine gelen hiç birinin Rasulullah (s.a.v.) Efendimizden manevi icazetleri yoktur. Bir de bu yollar, kendilerini Müslüman gibi gösteren Sabetayistlerin ellerine de geçmiş ve iyice tahrif edilmişlerdir. Mevlevi tarikatında, bozulana kadar böyle saçma sapan, kendi etrafında dönme şeklinde bir sema olmadı. Ney denilen musiki aleti hiç bir manevi değer ifade etmedi. Tasavvuf ehli Müslümanlara, tasavvuf ehli olmayan müslümanlara caiz olan şeyler bile haram iken, zikir ehline mübahlar bile haram iken müzik aletleri nasıl olur da ibadet olarak kullanılabilir? Aşağıya iktibas edeceğimiz ropörtajı okuduğunuzda, aylardır Akademi'de anlatmak istediğimiz acı gerçekleri görmüş olacaksınız.

***


MEVLEVÎ TARİKATI NASIL TAHRİF EDİLDİ 
Alanya eşrafından, Hasan Arıkan ve Mehmed Arıkan hocaefendilerin babaları muhterem Mustafa ARIKAN(merhum) ile yapılan röportaj. Bu röportaj 1978’de Haftalık UFUK gazetesinde yayınlanmıştır. Ufuk soruyor, o da cevaplıyor…

UFUKEfendi Hazretleri (Süleyman Hilmi Tunahan k.s.), MEVLEVÎ tarikatının bozulduğunu, size nasıl anlatmıştı?
MUSTAFA ARIKAN: Efendi Hazretlerine (k.s.), bir münasebet düştüğünde sormuştum: 
- “Konya’da Celaluddin-i Rumî hazretlerinin türbelerini ziyaretimde dikkatimi çeken, brkaç dervişin, düğmeye basınca raksettikleri doğru mu ve SEMA’dan mıdır, yoksa nefsani raks mıdır?” diye sorduğumda, Efendi Hazretleri, bu soruma şöyle karşılık vermişlerdi: 
- “Konya MEVLEVÎ tekkesinde son zamanlarda bir Yahudi dönmesi üç sene şeyhlik yaptı. Ve [tarikatı] bu hale getirdi. Fakat MEVLEVÎ tekkesini bozabilmek için, kuvveti ve ana fikri şuradan almıştı:

“Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretlerini terbiye eden Şemseddin Tebrizî, Celaleddin-i Rumî’yi sohbetine alınca, onun teslimiyetini ölçmek için ‘sohbette hamr (içki) lazımdır’, buyurmasıyla, Celaleddin-i Rumî Hazretleri müskiratçıdan şarap alıp getirmişti.

“Gerek Tebrizî, gerek Celaleddin-i Rumî hazretleri, asla şarap içmediler. O getirilen şarab, kabı kırılarak helâya dökülmüştü.

“İşte tarihteki bu imtihan hadisesinden, Yahudi dönmesi faydalandı. Böyle meşru’iyetin hilafına bir imtihanı, Yahudi dönmesi, silah gibi kullandı.  
“Bu dönme, evvela tarikata intisap edip MEVLEVÎ tekkesine alındı ve uzun zaman yemeden-içmeden ibadet etti… Halbuki geceleri kimsenin görmediği zamanda yerdi.  
“Fakat yemez-içmez ibadet eder, diye şöhret yaptı. Bu arada da tekkenin şeyhi vefat etti. Bu Yahudi dönmesi, yemez-içmez ibadet eder, şöhretiyle postnişîn yapılarak, bütün MEVLEVÎ müridleri kendisine (biat ve) inabe ettiler.

Bu usta Yahudi epey bir zaman müridleri tam kendisine bend edinceye kadar çalıştı. Bütün müridlere hakim olduğuna dair iyice kanaati hasıl olunca, yavaş-yavaş menfur fikirlerini işlemeye başladı.  
“Biz, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin yolcusuyuz. Halbuki o Şemseddin-i Tebrizî ile sohbette şarap içtiler bilahare nasuh bir tevbe ederek bu dereceye kadar yükseldiler” gibi, güya nasihat ederekmüridleri içkiye hazırladı. 
“Biz de içeriz, bilahare tevbe eder yükseliriz” dedi. Ve içkiler içildi. Tam sarhoş olunca dışarıda adamları vasıtasıyla hazırladığı kötü kadınları da içeri aldırdı. Sarhoşların önünde kadınlar dönmeye raksetmeye başladılar.  
Yoksa Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretlerinin SEMA’ı ile bunların uydurdukları birbirine tamamen zıttır.”

***
Mustafa Arıkan devamla şöyle dedi: 
- O Yahudiyi ben tanıyorum.. Efendi Hazretlerinden (k.s.) bunları dinlediğim zaman, hafızamdaki Beybaba hâtıram aklıma geldi.

Türkiye Darül Harp mi? Yoksa bir İslam Devleti mi?

Türkiye Darül Harp mi? Yoksa bir İslam Devleti mi?
Bir çok kimse, Anayasada mevcut bulunan "Devletin dini, din-i İslam'dır." maddesinin kaldırılması ile birlikte, artık darül harp(küfür devleti) olduğumuz kanaatine sahiptirler ki bu yanlış bir kanaattir.

Çünkü tâ 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile devletimiz Darül İslam(İslam Devleti) olmaktan çıkmış Darül Harp olmuştu. Sultan Abdülhamid Han gibi veli bir padişahın, bir çok meseledeki hareket tarzını anlayamayanlar, O'nun, darül harp fetvaları ile hareket ettiğini bilmediklerinden anlayamamışlardır. Sultan Hamid, kendi sarayında yabancı elçilerle yapılan yemekli toplantılarda içki servis ettirmiştir. Evet, müslümanların halifesi ve Osmanlı'nın padişahı Sultan Abdülhamid Han, hilafeti temsil eden mekanda, makamda bunu yapmıştır.

Sultan Hamid, şahsi servetini bir Alman bankasına yatırmıştır. Daha yüzlerce, binlerce meselede, başında bulunduğu devletin darül harp olduğunu bildiği için buna uygun fetvalar ile hareket etmiştir.

Bu topraklar darül harbe dönüşeli nerede ise iki asır oluyor ve bu millet nerede ise iki asırdır İslam'ı doğru şekli ile bilen alimler ve devlet adamları yetiştirememiştir. Arada, o zaman da, bu zaman da kendini alim, şeyh, mürşid sınıfına koyup şöhret olanların, yüz binlerce müslümanları etraflarına toplayanların bile hiç bir şeyden haberleri yoktu/yok.

Daha Sultan Hamid tahtta iken, Japonlar "İslam Dinini Tetkik Cemiyeti" kurdular. Hem imparatoru hem de peşi sıra bütün Japon halkı İslam dinini seçeceklerdi. İmparator, bir çok Japon ilim adamını İstanbul'a gönderip inceleme ve araştırmalar yaptırttı. İyice İslam'a ısındı ve nihayet özel bir elçi göndererek Sultan Hamid'e "İmparatorumuz, Sizden, İslamı bize en güzel şekli ile öğretip anlatacak alimler istiyor!" dedirtti.

Sultan Hamid, Japon elçiye "Hay hay! Tabii ki, ne gerekiyorsa yapılacaktır." deyip huzurundan çıkarttıktan sonra, etrafındakilere "Bu elçinin istediği bende olsaydı, önce bu ülkeyi müslüman eder, bu ülkeyi kurtarırdım." dedi.

Şimdi siz hesap edin, o tarihlerde bile milletçe ne halde olduğumuzu. Sultan Hamid çöküşün sebebinin İslam'dan ayrılmak ve gayr-i İslami bir hayat tarzı benimsemek olduğunu bildiğinden, büyük devletleri birbirlerine düşürüp zaman kazanırken, bunun için gerekirse tavizler verirken, bir yandan da memleket içinde medreselerin ve teknik okulların sayılarını artırdı. Medreselerin kapıları sonuna kadar açıktı ama içlerinde okuyan talebe, ders veren hoca yoktu.

Bütün medrese talebelerinden askerlik vazifesini kaldırdığını, bütün hocalara da hayatları boyunca maaş bağlandığını ilan ettikten sonra bile durum pek değişmedi. Medreseleri bu millet kendi kendine kapattı. Teknik okullardan okuyanlar hatta teknik ilimlerde yetiştmek üzere Avrupa'ya gönderilenler de hep gizli masonik örgütlenmelerin kontrollerinde kaldılar. Askeri okullar tamamen masonların ve yabancı istihbarat örgütlerinin kontrolüne girmişti. Sultan Hamid, en doğru kararlar ve uygulamalar ile imkansızları başarıyor, fırsatlar üretiyordu ama ya millet? Millet ne yapıyordu?

Daha şapka inkılabı olmadan onlarca sene önce İstanbul sokaklarında kadınlar açık saçık dolaşıyor, kafalarına da Fıransızların tüylü şapkalarını takıyorlardı. Erkeklerin hali de pek farklı değildi. Memlekette aydın tanınanlar, Fransızca köşe yazısı yazmaya başlamışlar, Türkçe yazmayı eksiklik kabul eder olmuşlardı. Bu hali gören Japon elçi, imparatoruna bir bilgi geçip "Efendim! Burada aydınlar bile dejenere olmuşlar. Korkarım ki bu devlet 10-20 sene içinde yıkılır." diye yazdı.

Beyoğlu, o zaman da Beyoğlu'ydu... Memleketin her tarafı meyhane doluydu. İslam devleti olduğu iddia edilen devletin zabıtaları, ancak, gece çok geç saate kadar açık olan meyhanelere ceza kesebiliyor ama bunları tamamen kapatamıyor ve göz göre göre içki içilmesine sessiz kalıyorlardı. Bu son zamanlarda Osmanlı askerinin içinde tecavüz olayları, hırsızlık-gasp olayları gözükür olmuştu. Devletin içi aynı şimdi olduğu gibi vıcık vıcık, Türk gözüken Ermeni, Rum ve en çok da Yahudiler ile doluydu. Zabıta memurları bile mason olmuşlardı.

Paşaların derdi ise Boğaz'a en büyük yalıyı dikmekti... Bu dönemde Enver Paşa gibi en temel eğitimlerden yoksun biri bile Genel Kurmay başkanı olabilmişti. İltimas, dost-akrabayı kayırma ve devlet içinde yükseltme hastalığı, rüşvet hastalığı almış yürümüştü. Sultan Abdülhamid Han'a, bağlı olduğu gerçek mürşid İbn-i Mevlana Siracüddin hazretleri "Evladım! Sen elinden geleni yaptın. Bu millet azabı hak etti. Sen Selanik'ten gelen Hareket ordusuna karşı koyma! Tahtını terk et." dediği için, Sultan Hamid karşı koymadı.

Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin bağlıları (Süleymancılar) hangi partiye oy verecek? | Hangi parti tercih edildi? | Mehmet Fahri Sertkaya (video)

Cemaat merkezi ( Muhterem Alihan Kuriş Beyağabey ) kararını açıkladı: KESİNLİKLE OY YOK! Kesinlikle AKP'ye ve MHP'ye oy ve...