Dönmeler-sabetayistler- dışarıya kız vermezler, dışarıdan kız almazlar |
DÖNMELİK PRENSİBİ
1954'lerde, Hayat Mecmuası'mn tertiplediği kadın muharrirler/yazarlar toplantısına davet edilmiştim. Bu davete her ne kadar icabet etmek istemiyor idiysem de, vâki ısrar karşısında, daha fazla direnmenin tatsız olacağı düşüncesi ile gittim.
Yanıma, gayet zarif ve genç bir hanım tesadüf etmişti. Tahminen, yirmiden fazla kadın yazar vardı. Amma, hiç birini daha evvel görmemiştim. Onlar için ben de meçhuldüm. Yirmi küsur sene evvelki bu toplantıdan, ancak birkaç isim hatırlayabiliyordum: Safiye Erol, Muazzez Tahsin, Mebrure Sami Koray, soy adı Altınay olan bir hanımdan başka, davetliler kadrosundan kimsenin sîmâsı gözümün önüne gelmiyor.
Yanıma düşen zarif hanıma gelince: Rikkat Köknar Hanım imiş. Birkaç kitabımızı okumuş. Bol bol iltifatına uğradım. Evine çaya davet etti. Bu kabil ziyaretlerden azamî kaçınmaklığım, etrafa yayılan dedikodulara yol açıyor, en azından, kibirlilik damgası ile mühürlenmeme kadar işi götürüyordu. Böylece de birçok kimsenin günâha girmesine sebep oluyordum.
İşte bu endîşe ile, geleceğimi söyleyerek, kendisine yeni neşredilmiş olan istanbul Geceleri'nden de bir nüsha hediye ettim.
*
Rikkat Hanım'ın evi Teşvikiye Caddesi'nde mükellef bir apartman dâiresi idi. içeri girer girmez, benden evvel gelmiş orta yaşlı altı yedi misafir hanım olduğunu gördüm. Kısa zaman evvelki kadın muharrirler toplantısında, durmaksızın yazılarımızdaki Türkçeye hâkimiyeti, üslûp ve tahkiyeyi söylemekle bitiremeyen Rikkat Hanım'a ne olmuştu ki, daha odada yerimizi ısıtmadan hoş geldin deyip hatır dahi sormadan:
- Neden kitabınızda, mason localarını, meyhaneler, kumarhaneler, bankerler arasında zikretmişsiniz? Demez mi?
Gerçekten de İstanbul Geceleri'nin Beyoğlu kısmında, masonlara bu tertip içinde yer vermiştim.
Masonlara sataştığım için mademki ev sahibi hanımın, en basit misafirperverlik kaidesini unutacak kadar gözü kararmış ve bu öfke ile de, damdan düşercesine suâline zaman seçemeyecek bir gaflete düşmüştü, şu halde, günah benden gitmiş sayılırdı.
İşte böylece de sözü, tâ Sultan Abdülmecid'e suikast hazırlayan masonik çevrelerin Kuleli Vak'ası denen darbelerinden alarak, Meşrûtiyet senaryosunu tertipleyen aynı kafaların İttihatçıları nasıl kandırıp satın aldıklarına ve buradan da, kökü, rejisörü ve suflörleri dışarıda olan bu Yahudi ileri karakolunun, hâlâ memleketin millî-mânevî değerlerini tahrip ile uğraşmakta olduklarını anlattım.
Ses çıkarmadan dinlediler. Amma bana inandıklarından değil, dinlediklerini nakz edecek/bozacak bir karşı müdâfaa hazırlıkları olmadığından susmaya mecbur oldular. Keşke bu kronolojik ve târihî seyri çürütecek bilgileri olsaydı da, nefs-i mütekellim-i vâhid (sadece tek bir kişinin konuşması) gibi tek taraflı olarak konuşmaya mecbur olmasaydım.
Meğer Rikkat Hanım, dönmelerden imiş. Kocası Rifat Köknar da hem dönme hem de mason imiş.
Benden evvel gelen hanımların kamburumsu iskeletlerinden ve yüz hatlarından, daha içeri girerken şüphelenmiştim.
Tabiî bu ziyaretten sonra ne Rikkat Hanım beni aradı, ne de ben onu.
*
Çocukluğumda, kulağımda kalmış olan dönmelerin bir yaygarasını hâlâ unutamamışımdır.
Babamın, Aydoslu Vehbi Bey isminde bir tanıdığı vardı. Bu zâtın oğlu, Bahçekapı'nın en büyük ticarethanelerinden biri olan Mustafa Şamlı ailesinden bir kız ile anlaşıp evlenmeye karar vermişler.
İşte bu karar ortaya çıkınca, bir kızılca kıyamettir kopmuş. Mes'ele, yalnız iki aile arasında kalsa gene de, izdivaca engel bâzı pürüzlerin olduğu bahane edilerek bir dereceye kadar tefsir yoluna gidilebilirdi.
Fakat temeldeki gerçek sebep, varlık yokluk, güzellik çirkinlik, tahsil, terbiye, asalet ve mevki gibi mahzur teşkil edebilecek pürüzler değil, bir "Avdeti"(dönme-sabetayist) ile bir Müslüman Türk'ün birleşmesini önleyen Yahudi ırkçılık ve şerîatçiliği idi.
*
Bir de, annemden dinlemiş olduğum meşhur Kâni macerası vardır.
Ben küçük bir çocuk iken, Kani, yaşını başını almış olmasına rağmen hâlâ yakışıklı bir ihtiyardı.
Henüz Eminönü istimlâki olmamış ve Yenicâmi'nin önünü kapayan sıra dükkânlar kaldırılmamıştı. İşte, bu mağazalardan biri de Kâni'nin bonmarşesi idi.
Artık bu eski tezgâhtarın, müşterilerine dil dökme devri geçmişse de, dükkânının kapısı önünde boy göstermesi dahi, müşteri celbinde işe yarardı.
1310 zelzelesi olmadan evvel, istanbul'un en gözde kumaş piyasası Kapalıcarşı'da imiş. Herhalde:
Bu kış hanım İstanbul'a taşındı
Eğlenip zevk edelim Kalpakçılarbaşı'nda
şarkısı da o devrin hâtıralarından biridir.
İşte o zamanlar, genç ve güzel Kâni'nin dükkânı da, kendisine hayran hanımlarla dolup taşarmış. Ancak, gönül eğlendiren bu transit müşteriler arasında, Saray'a mensup bir paşanın kızı, Kâni'ye öylesine büyük bir aşk ile bağlanmış ki, ne unutturmak mümkün, ne de vazgeçirmek kabil...
Kızın ailesi, evlâtlarının hayâtı bahis mevzuu olur hâle gelmiş bulunduğundan, bir "Avdeti" ile evlenmesine rızâ gösterirlerse de, karşı tarafı yumuşatmak mümkün olmaz. Araya ricacılar sokulur, varlık dirlik teklifleri edilir, fakat gene de fayda vermez. Hülâsa/özetle, hiçbir ısrar hiçbir rica, "dönmelik" prensiplerini yıkamaz.
Nihayet kızın babası, artık yatağa düşmüş evlâdının son defa yüzünü güldürmek karârı ile "irâde" çıkartarak nikâh kıydırır.
Gerçekten de birkaç gün sonra, bu tek ve son arzusu yerine gelen kız, Kâni'nin elinde uçup gider.
Bugün "Avdetî"ler, eskisi kadar Türklerden kız alıp kız vermek hususunda mutaassıp değillerse de, bunun sebebi, aynı sülâle içindeki izdivaçların meydana getirdiği genetik bozukluk karşısında tedbir almak çaresizliğinde olduklarına kanâat getirmiş bulunmalarındandır.
Bir de şu var ki, eski nesillerin müslüman Türk'ü gerçekten müslümanlığın da, Türklüğün de maddî-mânevî değer ve hususiyetlerine sahipti. Bugün ise Türk'ün, dîni de, milliyeti de, dönmeleri telâşlandırıp korkutmuyor. Zîra bu şahsiyetinden soyunmuş sâde suya nesiller, hangi millî ve dînî potalarında bir dönmeyi eritip müslüman Türk yapmaya muktedir olabilirler?
Aksine, "dönme" kadın veya erkek, zihni de ruhu da sahipsiz bu yabancıyı, kendi şeriat ve ırklarının sempatizanı yaparlar. Hatta yapmakta bulunuyorlar. Geriye doğru sür'atle ne mesafe almışız... Amma duyan, düşünen ve çâre arayan da kim?
Ne idik, Ne olduk
Samiha Ayverdi
Shf: 85-89
şarkısı da o devrin hâtıralarından biridir.
İşte o zamanlar, genç ve güzel Kâni'nin dükkânı da, kendisine hayran hanımlarla dolup taşarmış. Ancak, gönül eğlendiren bu transit müşteriler arasında, Saray'a mensup bir paşanın kızı, Kâni'ye öylesine büyük bir aşk ile bağlanmış ki, ne unutturmak mümkün, ne de vazgeçirmek kabil...
Kızın ailesi, evlâtlarının hayâtı bahis mevzuu olur hâle gelmiş bulunduğundan, bir "Avdeti" ile evlenmesine rızâ gösterirlerse de, karşı tarafı yumuşatmak mümkün olmaz. Araya ricacılar sokulur, varlık dirlik teklifleri edilir, fakat gene de fayda vermez. Hülâsa/özetle, hiçbir ısrar hiçbir rica, "dönmelik" prensiplerini yıkamaz.
Nihayet kızın babası, artık yatağa düşmüş evlâdının son defa yüzünü güldürmek karârı ile "irâde" çıkartarak nikâh kıydırır.
Gerçekten de birkaç gün sonra, bu tek ve son arzusu yerine gelen kız, Kâni'nin elinde uçup gider.
*
Bugün "Avdetî"ler, eskisi kadar Türklerden kız alıp kız vermek hususunda mutaassıp değillerse de, bunun sebebi, aynı sülâle içindeki izdivaçların meydana getirdiği genetik bozukluk karşısında tedbir almak çaresizliğinde olduklarına kanâat getirmiş bulunmalarındandır.
Bir de şu var ki, eski nesillerin müslüman Türk'ü gerçekten müslümanlığın da, Türklüğün de maddî-mânevî değer ve hususiyetlerine sahipti. Bugün ise Türk'ün, dîni de, milliyeti de, dönmeleri telâşlandırıp korkutmuyor. Zîra bu şahsiyetinden soyunmuş sâde suya nesiller, hangi millî ve dînî potalarında bir dönmeyi eritip müslüman Türk yapmaya muktedir olabilirler?
Aksine, "dönme" kadın veya erkek, zihni de ruhu da sahipsiz bu yabancıyı, kendi şeriat ve ırklarının sempatizanı yaparlar. Hatta yapmakta bulunuyorlar. Geriye doğru sür'atle ne mesafe almışız... Amma duyan, düşünen ve çâre arayan da kim?
Ne idik, Ne olduk
Samiha Ayverdi
Shf: 85-89
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.