Türkiye'yi Kim Kurdu? İsrail'i Kuranlar mı Türkiye'yi kurdu? |
Osmanlı Yahudi Cemaati ve 1908 Devrimi" başlığı altında ilginç bir yazı dikkatimi çekti. Daha önce burada İngiliz elçisinin İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin iktidara gelişiyle birlikte ülkesini bilgilendirirken "Meraka mucip bir hadise yok. İyi niyetli çocuklar göreve geldiler" şeklinde işlerin yolunda olduğuna dair mülahazasını konu edinmiştim. Zaten o "iyi niyetli çocuklar" koskoca bir imparatorluğu on yıllık bir süre içerisinde parçalayıp heder etmişlerdir.
İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde "Yahudi Faktörü" ise her zaman konuşula gelmiştir. Zaten dikkatimi çeken de yazıda konuyla ilgili "sivri retorik ve asılsız iddialardan" söz edilirken, "İTC(İttihad ve Terakki Cemiyeti" güdümlü "Jön Türk" hareketindeki Yahudi varlığı mevzu ediliyordu. Şöyle ki:
"... Selanik Yahudisi olan Alber Fua, İTC'nin en önde gelen destekçileri arasındadır...
"İTC'nin Selanik merkezli iç teşkilatında Yahudi katılımı daha belirgindir. Kuşkusuz en önemli Yahudi üye Selanikli bir avukat ve yüksek seviyede bir Mason olan Emmanuel Karasso'dur. Üye olduğu yurt dışı bağlantılı Mason Locasındaki konumu, Karasso'nun imkânlarını İttihadçı komplocular için seferber etmesini sağlamıştır."
Meşrutiyet'in ilânının 100. yılı münasebetiyle bu incelemeyi yapan Paul Bessemer'in bundan sonraki söyledikleri daha ilginç boyuttadır:
"Karasso'nun - atılgan ve küstah sosyal yüzü bir yana- Yahudi, İttihadçı ve Mason kimliği, o zaman olduğu kadar, şimdi de İTC'nin bir Yahudi/Mason cephe örgütü olduğunu iddia edenler için bir kanıt niteliği taşır. Yine de, bütün göz önündeliğine karşın Karasso, hiçbir zaman İTC'nin merkez komitesi üyesi olmamış, kayda değer bir politik görev üstlenmemiştir. Her ne kadar başarısızlıkla sonuçlanan 1909 karşı devrimi sonrasında Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirildiğini bildiren heyette yer almış, savaş sonrasında karne/tedarik işlerinin başına getirilmiş ve bundan da okkalı bir kazanç sağlamışsa da, şöhreti değil ama esas görevi ve harekete katkısı 1908 Devrimi garantiye alındığında bitmiştir."
Bessemer'in paradoksu burada başlamaktadır. Karasso'nun Sultan II. Abdülhamid'e hal kararı bildiren heyetin içinde yer almasını adeta önemsiz addetmektedir. Gerçekten onca mebus içinden Karasso'nun seçilmesi çok sıradan bir hadise midir? Bu birincisi. İkinci olarak Karasso'nun resmi nitelikte bir görev almasına gerek var mıdır? Üçüncüsü, iaşe işinin başına getirilmesi ve yazarın ifadesiyle okkalı kazanç sağlaması basit bir şey midir? Abdülhamid hal edildikten ve planları gerçekleştikten sonra Karasso'nun cemiyette aktif olarak devam etmesinin bir anlamı var mıdır?
Bunları bir yere not ederek yine Bessemer'in söylediklerine kulak verelim:
"II. Meşrutiyet Dönemi'nde (1908- 1918) önemli rol oynayan diğer İttihat ve Terakki Cemiyeti yanlısı Yahudiler arasında Hahambaşı Haim Naum Efendi ile avukat kardeşler Avram ve Aşar Salem Efendi ile Nissim Russo, Nissim Mazliyah ve Samuel İsrael sayılabilir.
"Bunlardan ilki, yalnız Yahudi Cemaatinin çoğunluğunun desteklediği "asimilasyoncu" ya da "Alliance" fraksiyonunun lideri olarak da seçilmiştir. Hahambaşı Haim Naum Efendi, hem ateşli bir İttihadçı, hem de Yahudiler ve hatta kimi Avrupa devletleriyle İTC arasında dolaylı bir diplomatik kanal olarak, Jön Türk dönemi boyunca - İTC'nin onayıyla - bu görevi korumuştur..."
Muharrir Hahambaşının daha sonra İTC'nin iktidarı kaybetmesinden sonra işlevini yitirdiğini belirtir. Yazarın en ilginç bulduğu Yahudi ise, Samuel İsrael'dir.
Samual İsrael'in kariyerini hukuk alanında yaptığını, soyadını "İzisel" olarak değiştirdiğini belirtir. Sonra da Samuel İzisel'in Hareket Ordusu içinde "kahramanca" yer aldığını belirttikten sonra şu ifadelere yer verir:
"Hareket Ordusu içinde yer almak ona polis teşkilatında bir yer açmış, sonunda da İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı'na kadar yükselmesini sağlamıştır. Bu görevdeyken cesaret madalyaları alan İsrael, İttihadçı üçlü lider kadrosunu iktidara getiren 1913 Bâb-ı Âli Baskını'na katılmıştır. Mehmet Şevket Paşa'nın suikastçılarını yakalamak için giriştiği çatışmada yaralanmış, mütareke sırasında görevden alınmıştır..."*
Yazar, İsrael'in Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra ise yeniden göreve atanarak yirmi yıl daha vazife yaptığını belirtir.
Bütün bu okumalar dahi İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde ciddi bir Yahudi varlığının işaretidir. Öte yandan yazarın Karasso'dan bahsederken "Yahudi/Mason cephesi"ne vurgu yapması da anlamlıdır. Yazar her ne kadar İTC'de Yahudi/Mason ağırlığının fazla olmadığını savunurken bahsettiği isimler dikkat çekicidir. Şayet bahsi geçen isimler incelenip, araştırılırsa Osmanlı'nın yıkılmasında Yahudi/Mason ittifakının dahli daha belirgin bir biçimde ortaya konulabilir...
* İkinci Meşrutiyet'in İlânının 100. Yılı, (Paul Bessemer, Osmanlı Yahudi Cemaati ve 1908 Devrimi), Vehbi Koç Vakfı- Sadberk Hanım Müzesi, İstanbul 2008, s. 30- 35.
Fahri Güven
Araştırmacı Yazar
22 Şubat 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.